23 Eylül 2007 Pazar

39- Özgür müsünüz? Yalnız mı?


“Yalnızlık çoğu zaman kendine güven senfonisinin orkestra şefliğini, iç değerlendirmenin ateşleyiciliğini yürütür.” (1)

Bir kendime denk gelemedim. Bir kendimle tanışamadım yeniden ve yeniden. Ramazan dedim, çalışmayacağım dedim, olmadı. Bazı işler peşimi bırakmadı. Hastalık yine yakaladı ucumdan, tuttu azıcık, sıyırdım yakamı hemen, uzamadan, acılı aşkımız büyümeden. Bir sonraki buluşmamıza kadar unutacağım yaşadıklarımızı.
Yalnız kalabilmek umutlarını haftaya erteledim, bir sonraki haftaya kalmaması umuduyla…

Ucunu bilmediğimiz bir biçimde yalnız kalabilmeliyiz, yalnızlıktan başka bir hayat memat meselesi olmamalı, sonunda görünecek ışıktan başka hiçbir şey bilmemeliyiz.
Çok mühim kendi küçük evrenimiz, onun fosforlarla çizilmiş, ateşlerle dağlanmış da şekillenmiş sınırları içinde istediğimizce at koşturabiliriz, beyaz prensli olsun, külkedili olsun, fark etmez, yeter ki tamamen gerçek olsun…
“Kişisel bütünlüğümüz sahip olduğumuz tek şey ama çok az değer görüyor. En değerli yanımız o. Ve sadece onun sınırları içinde özgürüz.” (2)
Oysa hâlâ tuvaletlere el ele gidiyoruz, elbisemizin arkasını başkalarına ilikletiyoruz, teneke kutularımızı “bay”lara açtırıyoruz. Yapıyorsunuz değil mi hâlâ? Bana benzemeyenlerin acizliğinde/n korkuyorum ben. Hep anlattığım şu maymunla adamın dostluğunun hikâyesi gibi. (3) Kendi dünyasında tek başına nefes alamayanlar… Bağlılıkla bağımlılığın nüansını :) anlamayanlar… Bir gün geliyor, bağımlılıkları zayıf düşürüyor onları, ellerine aldıkları bir taşla öldürüveriyorlar dostlarını, bağımlı yaşadıklarını. Sonunda kendi başlarına yaşayabileceklerini düşünüyorlar, bu kadarına yetiyor düşünceleri ve korkuları.
“Korku yüzünden neler hissettiğimize karşı çıkmam. Ama oyunlar oynayarak vakit kaybetmem”. (4)
Yalnız kalamıyorsunuz değil mi siz?
Korkuyorsunuz özgür olmaktan.
Kendinizle olmaktan.
Kendi sınırlarınızın sınırsızlığını keşfetmekten.
Ya da sınırlı bir mahlûk olduğunuzu anlamaktan.
Korkuyor musunuz?

(ref: Korkularımı Korkuttum
http://www.gazeteci.tv/yazarDetay.asp?GuvenlikID=67O65O73O)


Korkuyor musunuz?
Korkmuyor musunuz yoksa siz de?
En sancılı düşlerinizde kendinizi mi özlüyorsunuz yoksa?
Yoksa sizinle oradan mı tanışıyoruz?

Sancılı uykulardan…
“En az yalnız olduğumuz yer yalnızlığın tam kalbidir” der Lord Byron (5), belki de yalnızlığınızın kalbinde buldunuz kelimelerimi…
Camın dışında akışkan, yapışkan bir hayat.

Camın dışında, sizi dışarıda bırakarak devam eden bir hayat.
Size teğet geçerek.
Oysa neler yapmıştınız, yaşıyor-muş gibi görünmek için…
Bir yere ait-miş gibi görünerek rahat edeceğinizi ve peşinizi bırakacaklarını ummuştunuz.
Sonunda kendinize kalacağınızı…
Dışarıda devam eder hayat.
Hissizlik içinde kalır içiniz.
Sessizlik içinde.
Ucu bucağı yokmuş gibi görünür. Susar her şey içinizde ama dışarıda sizi sağır eden bir gürültü, bir kovan vızıldaması. Sizi sağır eden… Kör eden… Sonunda eder de.
Kendinizi bile görmezsiniz.
Mahremiyet mahrumiyeti getirir, bedelleri göğüsleyebilenlere. İçine kapandıkça insan, mahrum da kalır bazı şeylerden. Terazisi kendindendir bu eksikliğin. Ölçtükçe azalır, keyfine vardıkça çoğalırsınız.
Mahreme döndükçe yüzünüzü, kendi ışığınızı görmek için gözlerinizi kıstıkça, kalbinizi kendinize açtıkça (sen yoksan, sonrası tufan), kendi bahçenize indikçe, kendi çöplüğünüzü temizledikçe…
Özgürleşirsiniz.
Kendi yuvanızı ateşe vermenin, yeniden doğmanın, Anka kuşu olmanın vaktidir dersiniz kendi kendinize.
Eski inançlara göre iletişim sağlayan bir kuş olarak tanımlanır Anka, hem dünyada tekmiş, hem erkekmiş. Dinsel-büyüsel etkileri varmış. Öleceği zaman yuvasını ateşe verip kendini yakarmış, yanarken yeni ve genç bir Anka’ya dönüşürmüş.
Teksiniz siz de, benzersiz ve değerlisiniz. Erişemediyseniz bu noktaya, ölmenin vaktidir, yuvanızı ateşe vermenin, küllerin arasından yepyeni ve gencecik ve taptaze ve tertemiz ve umutla doğmanın vaktidir.
Bir Anka gibi kendinizle “iletişmenin”…
Özgürleşmenin.

Yaşarken ölüp dirilmek hayırlı bir şeydir.
Zen Budistler de söyler bunu, Hıristiyan mutasavvıflar da, İslam sufistleri de.
Yakın kendinizi, ara sıra çiçek koyun mezara, küllerinizden silkinin sonra.
“Kişi yalnızlıkta karakter hariç her şeyi tamamlayabilir” diyen Stendhal yanılıyor oysa, en iyi tamamlayacağınız şey karakterdir yalnızlıkta, sonra rötuşlar için toplum içine çıkarsınız.
“En iyi cemaat yalnızlıktır” diyen atasözüne inat…
Sebatla yürürsünüz kalabalığın içinde, size teğet geçen hayatın tam içine dalarak.
En cesur hamleyle yalnızlığınızı kucaklayan siz değil miydiniz?
Kalabalıklar kirletmez artık sizi.
“En seyrek rastlanan cesaret örneği yalnız yaşamaktır, çünkü birçok kişi kapattığı kendi kalbiyle yüzleşmektense, savaş alanına salar kendini en zorlu düşmanının karşısına” (6)
Oysa… size teğet geçen hayat…
Oysa “dokunamadığınız noktalardan gelir hayatınızın anlamı”. (7)
Sırf bu yüzden kucaklamalısınız yalnızlığınızı.

Çünkü “risk alan ve başarısız olan affedilebilir. Hiç risk almayan ve hiç başarısız olmayan aslında tüm varlığıyla bir kayıptır”. (8)
Yalnızlığınızı kucaklarsanız, o sancılı, bir kış akşamüstü ıssızlığında akıp giden yalnızlığınızı, korkularınızı tavan arasından çıkarıp koynunuza yatırırsanız, kalabalıklar kirletmez sizi.
Karar verirsiniz, imzalarsınız fermanı, kendi kucağınıza bırakırsınız kendinizi, en şefkatli kollara, en büyük kalbe…
“Karar, kökünü özgür olma cesaretinden alan bir risktir” der Paul Tilly, özgür olmak için bile önce cesur olmak gerekir.
Önce özgürlüğü, sonra yalnızlığı seçmek, sonra kalabalıklara salmak gerek kendini. Deneme sürüşü kabilinden hani…

Özgürleştikçe daha da soyunursunuz kendinizden…
Kimliklerinizi, kıyafetlerinizi, saçlarınızı, makyajınızı, egonuzu atarsınız.
Korkularınızı, sevmediklerinizi, öfkenizi, ağrılı yanlarınızı, kederlerinizi, kırgınlıklarınızı…
Sevgilerinizi, iyi niyetli adımlarınızı, şefkatinizi, yumuşaklığınızı, kibarlığınızı, gülümsemenizi…
Hafiflersiniz…
Özgürleşirsiniz.

Özgürlük…
Ilık bir akşamüstü rüzgârı gibi eser geçer dehlizlerinizden.
Kocaman bir köpek gibi kuyruğunu kıstırıp gelir peşinizden.

Ve yalnızlık…
Kocaman bir kedi gibi kıvrılır bağrınıza.
Önce ağırlığını, sonra mırıldamalarını hissedersiniz.
En son sarar sizi sıcağı.

Issız ve uğultulu koridorlarında içinizin, kendinizle yüz yüze gelirsiniz, tanımazsınız bu çıplak halinizi.
Tanışırsanız, seveceksiniz eminim.
“Kendinin sonuna geldi mi
Yeniden görür insan
Çıplak hüküm, acı özgürlük!” (9)

“Gerçek, nadiren saftır ve hiçbir zaman basit değildir” (10),

Hiçbir şey hiçbir şey hiçbir şey basit değildir. Ama bir o kadar yalındır. Yaz biter, soğuk mevsim bir akbaba gibi çevrenizde dolaşır, “Benim adım Rumpelstilskin” diye zıplayan o masal cücesi gibi sinir bozar, güçsüzleşeceğinizden, bu yalnızlık-özgürlük gelgitine atılamayacağınızdan korkarsınız. Her şey her şey her şey korkutur. Ürkek ruhunuzu. Titrek gönlünüzü.

Camın dışında akışkan, yapışkan bir hayat.

Camın dışında, sizi dışarıda bırakarak devam eden bir hayat.
Size teğet geçerek.
Size, kendine teğet geçen size, teğet geçerek akan bir hayat, camınızın dışında, ürkütür mağaranızın yarasalarını.
Camınızın dışında, sizin dışınızda, sizi sağır eden bir gürültü, bir kovan vızıldaması. Sizi sağır eden… Kör eden… Sonunda eder de.
Mahremiyetinizden korkarsınız, mahrum olacağınızı bildiğiniz için, sizi sizden alıkoyanlardan, sizi sizden koruyanlardan…


Kısın gözlerinizi kendinizi görmek için, ateşe verin yuvanızı yeniden doğmak için, yalnızlığınızla/da zenginleştikçe, özgürleştikçe kalabalıklar kirletmez artık sizi.

Yalnızlık…
Kocaman bir kedi gibi kıvrılır bağrınıza.

Özgürlük…
Kocaman bir köpek gibi kuyruğunu kıstırıp gelir peşinizden.


Özgürsünüz…
Evet, siz o kadar özgürsünüz ki, esareti bile seçebilirsiniz. (11)


ORTAYA ORTADAN KARIŞIK

* Kadınlar akıllanmalı yerli malına dönmeli!
Biz kadınların tonlarca para yatırdığı birçok marka (tekstil ve deri ağırlıklı olmak üzere) maalesef/ne iyi ki Türk malı.
Büyük medya patronlarından birinin avukatlarından olan yakın bir dostumuzun eşinin başına gelmişti de, gülmekten yerlere yatmıştık.
Geçtiğimiz yıllarda Londra’daki rutin buluşmalarımızdan birinde, pek görgülü bu bayan (:p) bize “Ah şekerim, bir ceket aldım, Aquascutum’den, sorma tonlarca para saydım ama değdi” minvalinde bir şeyler söylemişti. İngiltere’nin çok lüks markalarından biri olan Aquascutum ceketi dayanamayıp elime alıp nerede yapıldığına bakmıştım. Çünkü Londra’daki birçok mağazadan nerede imal edildiğine bakmadan tekstil ve deri almamayı alışkanlık haline getirmiştim.
Etikette kocaman harflerle Made in Turkey yazıyordu. O günden beri, bu bayanla pek bir dalga geçtik. Kendisi de pişman oldu zaten.
Neyse, böyle dalgın :) hanımlar için iyi haber şudur: has be has yerli malı Desa, Nisan 2007’den beri çalıştığı İtalyan Prada markasıyla Aralık 2008’e kadar süren bir anlaşma imzalamış ve Prada’nın deri imalatının büyük bölümünü üzerine almış.
Desa ayrıca yine tonlarca para dökülen Mulberry, Nicole Farhi, El Corte Ingles, Luella, Jon Rocha, Betsey Johnson gibi dünyaca ünlü markalar için de üretim yapıyor. Hepten zengin, kaliteden anlayan hanımlar zaten ne yapacaklarını bilirler. Fakat gönlü fakir, cebi zengin dalgın bayanlar için etiket okuma ve akıllanma zamanıdır!

* “Coşkun-RTE çekişmesi, Doğan Medya-RTE tezgâhı mı” yazısının ardından adapsız ve edepsizler için…
Alışığız tabii eleştirilere, ben-keyfim ve kâhyam… Yine de her şeyin olduğu gibi eleştirmenin de bir adabı, daha da önemlisi bir zekâsı var. Olmalı.
Adabı olmadı mı, üzülüyorum. Zekâsı olmadı mı, gülüyorum.
Adapsız, gri hücreden yoksun olup da yorum yazanlara, mail atanlara, -onlar kendilerini bilirler :)- toptan cevap vereyim. Onların kelimeleriyle aynı seviyede olmadığından anlayamayabilirler diye, girizgâh da yapacağım, parantez içinde açıklama da vereceğim. Üzülmesinler…
8 yaşında bir çocuğa anlatır gibi anlatıyorum.

Şimdi Nef’i diye bir hiciv ustası varmış. Hiciv yani taşlama, eleştiri. Kendisi 17.yy. klasik Türk Edebiyatı’nın ünlü şairlerinden, sivri diliyle ünlü.
(Şimdilik gayet iyi gidiyor değil mi? Anlaşılmayan bir şey var mı?)
Olay 4. Murat döneminde geçiyor. Saray çevresinin ileri gelenlerinden olan bir softa Nef’i’nin tenkit ve tavırlarından rahatsız olmuş ve Nef’i’ye köpek (kelp) diyen bir yazı döşenmiş.
Nef’i de şu dörtlükle cevap vermiş:

“Tahir Efendi bize kelp (köpek) demiş
İltifatı bu sözde zahirdir (aşikardır, açıktır)
Malikidir benim mezhebim zira
İtikadımca kelp tahirdir (temizdir)”

“Vezin tutsun babamı bile hicvederim” diyen klasik şairlerimizden Nef’i, kendini mucizeler söyleyen bir papağana benzetir.
Ne diyelim, 8 yaşındaki çocuklarım benim…
Vezin tutsun, sıra size de gelir…

* Oruç bile şov malzemesi!
Jüri üyesi olduğu Popstar alaturka programında, Bülent Ersoy yine ortalığı karıştırdı. Programın başında “orucumu açmak istiyorum” diyerek dua etmeye koyulan Ersoy, Paris saatine göre bile orucunu açmakta geç kalmış.
Şimdi dinciler ve dindarlar Ersoy’un kaldırdığı tozun altında karar vermeye çalışıyorlar: “Orucu geç açmak (1.5 saat kadar), dekolte giymek haram mı değil mi?”
Haberi yazan Vatan gazetesi muhabirlerinden Orkun Bulut da, “Ersoy’un bu davranışları reklâm olarak değerlendirildi” diye yazarak haberini bitirmiş.
Herhangi bir değerlendirmeye, zekâ pırıltısına, analitik incelemelere girmeye gerek yok. Bu düpedüz reklâm!
“Bülent Hanımefendi programa hazırlanmış da, makyaj yapmış da, kirpik takmış da iftarını açamamış...
Kirpiğini takmaya zaman buluyor da, iki dilim ekmekle, 3 tane zeytini mi boğazından geçiremiyor?” diyor Reha Muhtar da köşesinde.
Hadi iftar saatinde topu duymadın, ezanı kaçırdın, teravihi anlamadın, dağın tepesinde yalnızdın, çevrende başka oruçlu yoktu… Hepsini anladık da…
Şunu anlamadık, insan biraz utanır bu ihmalinden ve ilk arada kalkar gider, sahne arkasında iki lokma pide tulum geveler… Tabii o çıplak kıyafetle, orucunu ve dualarını malzeme yapmak istemiyorsa…

* Sevilene kadar her erkek yanlıştır!
Sevgili Haşmet (Babaoğlu) yazmış 16 Eylül 2007 günü köşesinde… Pazar Notları diyor adına da. Bir süredir devam ediyor, aynı tatla, aynı keyifle. Tuna Kiremitçi’nin Çok Tuhaf Günlük-bilmem kaç numara’sı gibi daraltmıyor, katranlara tüylere bulamıyor okuyucuyu. Bir paragrafı alıntılıyorum, yoruma mahal yok…

- Kadınlar hep “doğru erkeği bulamamaktan” ya da “doğru erkeğin kalmadığı”ndan şikayet eder. Benden söylemesi; bütün erkekler sevilmeden önce “yanlış”tır. Bazıları sevildikten sonra da öyle kalır.

* Âlem beni çağırıyor, sizi de bayram sonrası çağırsın artık!
Uzundur sözümdü “geziyorsun, tozuyorsun, yazmıyorsun” diyenlere ama Ramazan sebebiyle yazmıyorum.
Hatta arkadaşlarımızdan biri ben Cuma akşamı Nuteras’a gideceğim dediğim zaman “Eh, sen oruç tutuyorsun, gece dışarıda işin ne?” dedi, ne alakası varsa…
Tutarım da çıkarım da, tutarım da içmem de, tutarım da müzik de dinlerim, konsere de giderim, kapanmak üzere olan yazlık mekânların keyfini de sürerim…
Tabii inancımızı iki varlık arasından çıkaranların yargısına güvenilmeyeceğinden, mekân yorumlarını bayram sonrasına bırakıyorum.
Şimdilik kaçırmak istemeyenler için haberdar edeyim: Roxy, 27 Eylül’de açılıyor. Performans programı kapsamında sahnede ilk yer alacak grup Zi-Punt adında bir elektro-funk grubu. Tarihler 4 Ekim’i gösterdiğinde…

* Sonbahar dönemi kursları başlıyor
Aralık Derneği, Ekim’de başlayacak kurs programında birbirinden ilginç derslere ve hocalar yer vermiş.
Misal… İbrahim Eke ile ilişkiler, sondan az önce, İskender Savaşır ile sanat tarihi, Ali Canip Olgunlu ile tasavvuf, Bülent Somay ile bilim kurgu ve fantezi edebiyatı okumaları, Derya Akkaya ile kariyer oluşturma ve geliştirme stratejisi, İskender Savaşır ile Don Juan, İsmail Acar ile desen atölyesi, İclal Aydın ile iletişim sanatı, Zeynep Tunuslu ile yaşamın içinden güncel moda…
Tüm ders listesine ve kurs programına ulaşmak, kayıt bilgisi almak için Aralık Derneği iletişim bilgileri: aralik.net ve 0 212 258 69 65

* İstanbul Tasarım Haftası’na rekor giriş: 55 bin kişi!
4 – 10 Eylül 2007 tarihleri arasında Balat’taki Eski Galata Köprüsü üzerinde, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, dDf (Dream Design Factory) ve Hürriyet işbirliğiyle düzenlenen ve dünyanın en ünlü tasarımcılarını İstanbul’da buluşturan İstanbul Tasarım Haftası (İstanbul Design Week – IDW) bu sene 55 bin girişle bir rekora imza attı.
Bu yıl 3.’sü yapılan İstanbul Tasarım Haftası, 2010 yılı Kültür Başkenti seçilen İstanbul’u dünyanın yeni tasarım merkezi olarak konumlamakta çok önemli bir rolü üstleniyor.
Endüstriyel tasarımdan modaya, grafikten takı tasarımına kadar pek çok disiplinden yaratıcılarla üreticileri, genç yeteneklerle profesyonelleri ve tasarım tutkunlarını buluşturan IDW 2007, uluslararası standartta tek Türk tasarım haftası.
Bu seneki konuklar arasında Patricia Urquiola, Li Edelkoort, Konstantin Grcic, Defne Koz, ve Tucker Viemeister yer aldı. Uluslararası sergilerin yanı sıra teknolojiyle modayı birleştiren dünyaca ünlü modacımız Hüseyin Çağlayan’ın Swarovski’yle işbirliğiyle tasarladığı, LED’lerle kaplı elbisesi de Istanbul Design Week’in en ilgi çeken tasarımlarından oldu.
İstanbul Tasarım Haftası, birbirinden ilginç tasarım etkinliklerine de imza attı. Dünyada ilk kez gerçekleşen non-stop tasarım workshop’unda 1:1 taksi prototipi tasarlanıp üretildi.
Bu bilgilerden sonra IDW 2008’i kaçırmazsınız artık. Seneye bu köşede duyurusunu takip edin.


TDK Dersleri

* Türkçe Sözlük’ten
Değirmi (sıfat): 1. Yuvarlak: "Bir iki tane değirmi, büyücek yufka açmıştı."- N. Nâzım.
2. Eni boyuna eşit olan (kumaş).
3. isim, halk ağzında Yemeni, yazma, baş örtüsü, mendil.

* Yabancı Kelimelere Karşılıklar
Episantır: Fransızca episantır (épicentre) sözü yer biliminde "Deprem dalgalarının yeryüzündeki orta yeri." anlamında kullanılmaktadır. Bu söz için deprem ortası uygun bir karşılıktır.


İzler
1- Erhan Özden, Zaman Gazetesi
2- Valerie, V for Vendetta
3- Dostuna iyilik yapmak için, o uyurken alnına konan sineği kovalamak istediğinden taşla vurup dostunu da öldüren maymunla, dostu olan adamın hikâyesi.
4- Christian Troy, Nip&Tuck 4. sezon
(Seyredemediniz diye üzülmeyin, 4. sezon başlayana kadar ben yazı aralarında size replikler veririm, hazırlanırsınız :) )
5- Aslında tam da bu kelimelerle demez de ben böyle çevirmeyi daha uygun buldum. “In solitude, we are least alone.”
6- Charles Caleb Colton
7- Oruç Aruoba
8- Paul Tilly
9- Murathan Mungan
10- Oscar Wilde
11- Abraham Hicks

21 Eylül 2007



Hiç yorum yok: