22 Eylül 2007 Cumartesi

19- Banu Avar bizim sesimiz!


“TRT’nin programı siyasi skandala yol açtı”, “Linç kampanyası”, “İsveç’le harika olan ilişkilerimiz bozulacak” gibi alevlendirme replikleriyle sunulan “olay” hâlâ etkisini kaybetmiş değil. Çünkü hızlarını alamadı“lar”.
Banu Avar’ın hazırlayıp sunduğu “Sınırlar Arasında” adlı programın, Pamuk, Nobel ödülü ve İsveç konulu bölümünün ardından bu ve benzeri çatlak seslerin yanı sıra, güçlü bir ses daha çıktı: “Avar’ı destekleyelim”.
Biz de takip ettik, içerden bilgi aldık, Banu Avar’ı ve kanal müdürlerini aradık, son durumu, kendi durduğumuz yerle birlikte aktarıyoruz.
Programın tekrarları kaldırıldı ama baskı üzerine TRT2’deki tekrar son dakikada programa alındı. Avar hakkında soruşturma başlatıldığı söylendi, oysa bu konuda herhangi bir adım atılmadı. Yeni bölüm 25 Aralık Pazartesi günü saat 22.00’de yayınlanacak.
Haberi veren taraf basın kuruluşlarının, internet sitelerinin, köşe yazarlarının duruşları da bir kere daha “gözü açık, alnı açık” halkımız tarafından tespit edildi.
Mesela basın mensuplarının yakından takip ettiği medyatava sitesi, gayet taraflı bir habercilik örneği sergiledi. Köşe yazarları kendi fikirlerini söylemekte ve renklerini açık etmekte serbesttir ama medya kuruluşları ve habercilerin böyle bir lüksü olamaz. Bu olsa olsa bir lüks değil, mesleği kötüye kullanmadır, cehalettir.

Jurnalci Yavuz Baydar
İsveç’e kadar giden Banu Avar, programda neler anlatmış?

- İsveç’te Sami (Lapon) azınlık haklarından yoksun bırakılmış, 1980’e kadar Lapon ve Romanlara soykırım uygulanmış.
- İsveç’te Çingene, Tatar ve Yahudi çocukları kısırlaştırılmış.
- İsveç’te alkolizm ve delilik çok büyük boyutlarda.
- İsveç’te şiddet var, basın özgürlüğü yok, ırkçılık artmış.
- Nobel ve benzeri uluslar arası ödüller “ABD’nin küresel emperyalizmine hizmet” etmek amacıyla verilirmiş ve büyük paralar dönermiş. Ödül alanlar da bu amaçla kendi ülke ve bölgelerinde kullanılırmış.
Mış diye anlatıyoruz çünkü bu gerçekleri “mış” gibi anlamak isteyen, masal kabul eden piyonların da yerini belli edelim…
Medyatava sitesi de bu maddeleri, Avar’ın gerekçesiz görüşleri olarak sundu. Hatta Sabah denetçisi Yavuz Baydar, daha da ileri giderek “Ben İsveç’i yakından tanıyorum, programda bir sürü abuk sabuk yalan izledik. Sunucu orada görüştüğü kişilerin ne dediği bile anlayamamış, hangi dilde konuştuğu bile belli değil” dedi.
Oysa Avar, Londra’da üst lisans yapacak, BBC’de yapımcı ve sunucu olarak çalışacak ve TRT’nin Londra yapacak kadar bir dile hâkim.
“Skandal… Utanç verici bir program. Dışişleri Bakanlığı’nı bu rezaleti incelemeye çağırıyorum. TCK 216’ya kadar gider ucu” diye devam etti Baydar.
Ve Sabah, Milliyet gazetelerinin, Habertürk internet sitesinin karalama kampanyaları…
“İsveç vatandaşı mısınız?” sorusunu, “Özel bilgim. Sizinle paylaşmak istemiyorum” diye yanıtlayan Baydar’ın İsveç’te uzun geçmişini de Yeniçağ gazetesi ortaya döktü.
Sonuç mu?
Karalama kampanyalarını başlatanlar, milli davalara hassasiyetle yaklaşan Banu Avar’ın arkasında sesini yükselten bir milletle karşılaştılar. Mailler atıldı, fakslar yazıldı, internet grupları oluşturuldu, mailler zincirlendi ve ses yayıldı: “Banu Avar bizim sesimiz, destekleyelim!”

Banu Avar’ın kendilerini rahatsız etmiş olması dolayısıyla Amerikalı ilgililere, Orhan Pamuk’a, Türkiye’de emperyalizmin işbirlikçilerine geçmiş olsun diliyoruz.

İsveç’in durumuna gelince…
Baydar ve Pamukgillere İsveç’te nüfus artışının çok düşük olduğunu ve yeni vatandaşlara ihtiyaç duyduklarını hatırlatmak gerek. Tabii o pek beğendikleri İsveç’in, Danimarka’yı bile sollayarak cinsel sapma ve nikâhsız birliktelik dalının yanı sıra birçok “güzellikte” birinci olduğunu da.
Aydınlar Ocağı Başkanı, Prof. Dr. Mustafa E. Erkal’ın İktisadi Kalkınmanın Kültür Temelleri kitabından aktarıyorum (sayfa 70).
Avrupa’da çeşitli ülkelerde kadın nüfusta serbest birleşmeler tablosu, nikâh dışı ilişkiler oranını açıkça ortaya koyuyor.
20-24, 25-29 ve 30-34 yaş gruplarındaki İsveç’li kadınların 1975 ve 1981 yıllarındaki oranları sırasıyla şöyle: 29 - 44, 17 - 31 ve 8 - 14. (1)
Yani bozulma yıllar önce başlamış ve kendilerinin de şikâyetçi olduğu yapı özelliklerini biz yıllardır çağdaşlık sunmuşuz.

Ufak bir internet araştırması size de bu ve benzeri istatistiklerin bir bölümünü sunacaktır.
Mesela…
2006 Yeşilay Haftası raporuna göre, “Manevi değerlerden uzak eğitim Batı’da aileyi temelde sarstı”. (2)
İsveç Parlamentosu fuhuş, eşcinsellik, cinsi sapıklık ve her türlü yasakları “cinsel özgürlük” adı altında kaldırarak, Batı’da ailenin çöküşünün yolunu açtı.
“Laboratory for Clinical Stress”in araştırmasına göre, İsveç’te her 1000 kişiden 99.7’si ruhen hasta, 100 kişiden 80’i klinik alkolik.
İsveç’te esrar kullanımında ise 45-54 yaşındakiler önemli ölçüde yaşam boyu deneyi gösteriyor. Bu durum da 1960’ların sonu ile 1970’lerde büyük oranda kullanımın başladığı düşündürüyor. İsveç verileri 1970’lerde askere alınanlar arasında nispeten yüksek bir deneyimle düzeyini (%15-20) belgeliyor. Esrar (kenevir) kullanımı 90’lı yıllardan itibaren artış gösteriyor, özellikle 15-34 yaş arası grupta 2000 yılında %1.2, 2004’e gelindiğinde ise %5.3. (3)
Eşcinsel evliliklere en büyük destek ise, bu tür evliliklerin yasal olduğu Hollanda’da veriliyor. İsveç ise yüzde 71 destek oranıyla ikinci sırada. (4)
Temasla bulaşan, “cinselliği fazla” bir virüs olan HSV (uçuk) ise ABD’de %20’lerdeyken, İsveç’te %35 seviyesinde. “Sosyokültürel seviyesi düşük toplumlarda daha sık izlenmektedir. Gelir ve eğitim düzeyi düşük nüfus da hedef noktasıdır.” (5)

Hiçbir ihanet affedilmeyecek
Banu Avar’ın programda sunduğu bilgileri “gerekçesiz” olarak adlandırmak tam bir cehalettir. Kendisinden farklı düşünen bir programcının TCK’ya göre yargılanmasını isteyen Yavuz Baydar’ın demokratik zihniyetinin ne kadar samimi ve gerçek olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır. Yeni programı için Belfast’ta bulunan ve birkaç gün önce Türkiye’ye dönen Banu Avar, Pamukgillerin arkasından neler karıştırdığını ve “Bu kadar satılmışın arasında bir tane cesur çıktı, onu da size yedirmeyecek bu millet” naralarıyla toplanan ve kendisine kalkan olanları görünce neler hissedecek bilmiyoruz.
Ama Pamuk’un ve Pamukgillerin cevabını Türk halkı her geçen gün tekrar tekrar verecektir.
Hiçbir ihanet affedilmeyecektir.
Bunu da günü gelince hep birlikte göreceğiz.

Daha önce Pamuk’u ödülünden dolayı kutlamadığı için “Pamuklu medya” tarafından eleştirilen Cumhurbaşkanımız Sezer, Pamuk için düzenlenen ödül alma töreninin ardından yine duruşunu bozmadı.
“Başarılı Türk sporcularını, Türk sanatçılarını, Türk bilim adamlarını, Türk yazarlarını kutlamak Sayın Cumhurbaşkanının görevidir ve bunu yapar. Türk’e düşman olanları da kutlamamak aynı görevin gereğidir.
Sayın Ahmet Necdet Sezer, Türkiye Cumhurbaşkanlığına yakışan tavrı göstermiştir.
Görev konusundaki hassasiyetini büyük saygıyla karşıladık.” (6)


ORTAYA ORTADAN KARIŞIK

* “Harika bir araba ve bitirilecek bir depo benzin”
İşte böyle dedi Editör Bey, zat-ı alimi hayatı kazandırma kampanyaları dahilinde. Bir bayrak yarışına çevirdiler, herkes birbirinden sıra kapıyor, rol çalıyor, kendi kendime dibe çökemiyorum.
Cumartesi gecesinin bir yarısı, bir benzinciden yiyecek, içecek ve ruh gıdası toparlayıp düştük yollara. Çizik ruhlara uygun, sıradan zamanlarda elimizin değmediği cdler satın aldık. Deniz kıyılarında park edip sohbet ederek, İstanbul’umuzun iki yakasını bir araya getirdik, kendi yakamızı bağrımızı çekiştire çekiştire.
Yollarda kaybolduk, kendimizi bulmak için. Rotasızdık ama sevdiğimiz insanların evlerinin önünden de geçtik, hatıralarımızın olduğu semtlerin içinden de.
Bizi bir araya getiren parçaları hatırlamak için.
“Seni çaldılar. Hayran olduğum kadını çaldılar. Biri yavaş yavaş, biri bir anda. Bağlılığın kayboldu, neşen, enerjin, kendine inancın ve gücün yok oldu. Seni çaldılar. Bizden, hayattan çaldılar seni” dedi.
O gece kaynaştığım Emre Aydın (hani son günlerde Afili Yalnızlık şarkısıyla tanımıştık ya) cevap verdi ona, benim yerime…
“Sil gözünün yalnızlıklarını / O an fısılda duvarlara adımı” dedi. (7)
“Kabul ettim hata bende / Gelme üstüme / Öldüm zaten kaç gün önce / Aynı anda susunca aynı anda konuştuk / Duymazdan geldiysek bile” (8)
Sonra ortaya konuştu Emre Aydın, benim yerime…
“Git / Gideceksen bekleme / Farklı değilsin sen de” (9)
“Sen yine olduğun gibi kal / Benim için sakın değişme / Giderim bugün ha yarın / Hareket vakti gelince” (10)
“ Yapma, dokunma / Kim dokunduysa sana ona git / Nerde unuttuysan beni orda kal / Ezdirmem kendimi sana / …/ Beş para eder mi varlığın? Ki yokluğun beni acıtsın” (11)

Böyle âşıklar gibi sazlandık, sözlendik, atıştık. Sonra âşıklar gibi sustuk. Bir depo benzini bitiremeden, biz bittik. Bir çıkar yol da bulamadık. Döndük.
Bayrak devredildi.

“Ez cümle” neymiş? Emre Aydın yetenekli bir gençmiş. Alıntılar da en sevdiğim şarkılarının sözleriymiş! Hikâyenin gerisi laf-ı güzaf…

* Bedava tiyatro kursu!
Gençlik Tiyatroları Oluşumu kurucularından Adnan Tönel, 23 Aralık Cumartesi günü 09.00-12.00 arasında, Piramit Sanat Merkezi’nde, 17-25 arası gençlere ücretsiz olarak kurs veriyor.
0 538 922 17 18

* Uğur Dershanesi’nden İstiklal Marşı’na hakaret!
Üniversiteye hazırlık deneme sınavındaki soru öğrencileri şaşırttı, veliler tepki gösterdi, dershane yöneticileri ise saçma sapan bir açıklama yaptı.
Olay, Uğur Dershanesi Trabzon şubesinde geçiyor, Akçaabat Anadolu Lisesi 3’üncü sınıf öğrencileri için hazırlanan kitapçığın 26. sayfasındaki soru ise şu: “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme, tanı / Sermayeye satılık her santimi her gramı / Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı / Kim çok verirse ona sat cennet vatanı. Bu dörtlük aşağıdaki şiir türlerinin hangisine örnektir: A- Satirik, B- Dramatik, C- Pastoral, D- Epik, E-Lirik”.
Uğur Dershaneleri Trabzon Şube müdürü (inadına m küçük) Mustafa Kul ise şu “satirik” açıklamayı yaptı: “Daha önce de tepki toplayan bu sorunun bulunduğu kitapçığı depoya kaldırmıştık. Herhalde bir karışıklık oldu. Herhangi bir kasıt yok. Herkesten çok özür diliyorum.”
Herhangi bir kasıt yokmuş. Bu hakaret dolu ve belki de kendi gerçeklerini açık eden soruyu yazmaya kim cüret etmiş? Kim denetlememiş, basmış ve dağıtmış?
Hadi bütün bunları yaptın, depoya neden kaldırıyorsun? Yak, yok et. Utanmadan tekrar öğrencilerin önüne çıkartıyor, sonra da “özür dilerim, kasıt yok” diyorsun. Kasıt var, bal gibi de kasıt var.
Altında da yine aynı çaba… Bütünlüğümüze zarar verme çalışmaları.
Önce milletimizin kurtarıcısı, devletimizin kurucusu Atatürk’e, şimdi de İstiklal Marşımıza. Bakalım sırada ne var?

(Haber kaynağı: Vatan gazetesi, 14 Aralık 2006, s: 5, Berat Topal)

* Pamuk ve Osho
Orhan Pamuk, ülkemize döndü. Birçoğunuz televizyondan izlemişsinizdir… Ya da görür görmez kanalı değiştirmişsinizdir. Son Baskı programında Yılmaz Özdil, atv ana haberin reytinginin, her gün başladığı andan itibaren dakika dakika artmasına rağmen, Pamuk canlı yayına çıktığı gün, aniden düştüğünü söyledi. Pamuk’un katıldığı tek canlı yayının atv ana haber olduğu düşünülürse, reyting verisi de, halkın tepkisini anlamak için iyi bir gösterge.
Herhalde dünyada, kendi ülkesine Çevik Kuvvet eşliğinde giren Nobel ödüllü bir kahraman daha çıkmamıştır.
Yani bir nevi Roman Polanski (hayat hikâyesini bilmeyenler, ana hatlar için Piyanist filmini izlesin), bir nevi kendi zıttı Sherlock Holmes’u yazan Arthur Conan Doyle… Tam bir anti-kahraman… Yani korkunun doğurduğu güçler/güçlenmeler bunlar, kendi korkularından doğan kahramanlar…

Herhalde dünyada, kendi ülkesine Çevik Kuvvet polisi eşliğinde giren Nobel ödüllü bir kahraman daha çıkmamıştır.
Pamuk, bu anlamda bir ilktir. Tabii kendi ülkesine, kendi tarihine, kendi milletine hakaret eden bir insanın da o ülkeye ne yüzle geldiğini de kendisinden sormak gerekir.
Osho’yla Pamuk’un bağlantısı nedir derseniz… Bir şeyler ararken karşıma Osho’nun bir kitabı çıktı, Nobel ödüllü yazarımızın gerçeği bir kez daha su üstüne çıktı.
“En büyük romancılardan ve insan psikolojisini çok iyi kavrayan yazarlardan biri olan Jean Paul Sartre, Nobel ödülünü reddetti. Şöyle dedi: ‘Ben eserimi yaratırken yeterince ödül aldım. Bir Nobel ödülü buna bir şey katmaz, tam aksine beni aşağıya çeker. Nobel ödülü, tanınma peşinde olan amatörler için güzeldir. Ben yaşlıyım ve yeterince keyif yaşadım. Yaptığım her şeyi severek yaptım. En büyük ödül zaten buydu. Başka da bir ödül istemiyorum.’ Doğru söylüyordu. Ama doğru insanlar bu dünyada azınlıkta. Dünya, tuzağa düşmüş olarak yaşayan yanlış insanlarla dolu.
(…) Ben herhangi bir Nobel ödülünü kabul etmeyeceğim. Dünyanın bütün ülkelerinden, bütün dinlerinden aldığım lanetlemeler benim için çok daha değerli. Nobel ödülünü kabul etmek bağımlı olduğum anlamına gelir. Artık kendimle gurur duymayacak, Nobel ödülü ile gururlanacağım. Şu anda ancak kendimle gurur duyabilirim. Ortada gurur duyacağım başka bir şey yok.
Bu düzenin tanınmış insanları, onurlu insanları, çöp yığınından başka bir şey değildir. İçleri toplumun doldurmak istediği çöplerle doludur. Ve toplum, tazminat olarak onlara ödül verir.” (12)

* Biz “Bayanlar” ve siz “bay”mayan adamlar
Uzundur düşünüyorum neresinden tutsam da anlatsam diye, bir türlü içimde olduğu kadar hınzırca şekillenmedi bu “bayan” konusu. Aman birisi bana bayan demesin ya da kendine! Hemen eksi eklerim hanesine.
Dün sevdiğim Vatan gazetesi yazarlarından Dilek Önder’e ekledim mesela. Artık daha az seveceğim onu, daha eksik okuyacağım, hatta mümkünse ihanet edip yerine yenisini bulacağım.
Mankenden bozma şarkıcı Aysu Baceoğlu, bir televizyon programında kendinden bahsederken, “bayan” deyince, şaşırmadım. Herkesin kazığı kendi derinliğinde.

Serra Yılmaz’ı ise daha bir sevdim işte.
Başbakan RTE, Papa’nın çevirmenliğini yapan Yılmaz’a “o tiyatrocu kadın” diyor, Yılmaz da durumu şöyle açıklıyor: “Bayan ve hanım laflarından hiç hoşlanmam. Sonuçta ben kadınım ve kötü bir laf olduğunu düşünmüyorum. Ancak Türk milletinin aşırı alışkanlıkları var. Her laftan nem kapıyorlar. Başbakan bana karı deseydi kızardım ama kadın dediğine göre sorun yok.”
Serra Yılmaz, “bayan” olmadığı için baymadan konunun kalbine inmiş.
Çünkü biz kadınlar yani bayanlar, hep “bayıyoruz”. Sohbetlerde, hayat akışında hep bir yavaşlık, yavanlık oluyor biz işin içine girince. Hep bir Freud yolunda, bir efendi-köle kast’ında oluyor ilişkiler, o yüzden bizim bir “bey”imiz oluyor ve tabii biz de birinin hanımı.
Kadınız oysa, karı, avrat değiliz. Bayan, hanım hiç değiliz.
Kimsenin “bişiii” olmaya gerek duymadan kadınız. Gurur duyduğumuz bir biçimde hem de. Selahattin Duman bu işe gizli bir çözüm buldu, köşe yazarlığı yaptığı gazetenin sahibine Bay Zafer diye hitap ediyor. Ehh, tabii ben Bayan Ayşe Selcen’sem, siz de Bay Ali, Bay Veli, Bay Ahmet, Bay Mehmet olmalısınız. Ya da toptan çözelim bu işi; ben Bayan Ayşe Selcen olursam, yani “Doğru Ahmet”, siz de Bay Yanlış! Kesinlikle Bay Yanlış!

(Bu gerçekten kültürel bir mesele :), o yüzden hep oyalandım bu konuyu anlatmakta. Halka indirmekte. Bu kez de tam olarak başarılı olduğumu sanmıyorum ama en azından bir rüzgâr esmiştir size şöyle kültürel kültürel, bayandan temiz kullanılmış bir hayattan…)


TDK Dersleri

* Türkçe Sözlük’ten
Metris (isim, askerlik, Arapça metres): Askerin çarpışma sırasında korunması için yapılan toprak siper.

* Yabancı Kelimelere Karşılıklar
Off Shore: İngilizceden dilimize geçen bu söz bir bankacılık terimidir. "Kı­yıdan uzak; kıyıdan esen" temel anlamına gelen off shore sözünün bankacılıktaki kullanımı, "Bir ülkede ya­bancı paralarla yapılan bankacılık veya bir ülkede vergi mevzuatı, kambiyo sı­nırlamaları dışında faaliyetini sürdüren bankacılık" şeklinde tanımlanabilir. Kurumumuz, bu söz için kıyı bankacılığı karşılığını önermektedir.


İzler
1- Hans. J. Hoffman-Nowatny, “The Future of The Family”, European Population Conference, 1987
2- Californialı psikiyatrist Judith Wallenstein’ın beyanatı
3- Avrupa Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığını İzleme Merkezi (EMCDDA) 2006 yıllık raporu
4- Eurobarometre araştırması
5- Memorial Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü Başkanı Op. Dr. N. Cihangir Yılanlıoğlu
6- “Levon Panos Dabağyan Türktür” yazımdan alıntı
http://www.gazeteci.tv/yazarDetay.asp?GuvenlikID=67O70O69O
7- Emre Aydın, Belki Bir Gün Özlersin şarkısı
8- Emre Aydın, Kalan Sağlar Senin Olsun şarkısı
9- Emre Aydın, Git şarkısı
10- Emre Aydın, Hareket Vakti şarkısı
11- Emre Aydın, Kim Dokunduysa Sana Ona Git şarkısı
12- Osho, Ayaksız yürümek, kanatsız uçmak



22 Aralık 2006


Hiç yorum yok: