22 Eylül 2007 Cumartesi

27- Dişi Mevzular-II


Vaka 1

Kadın: Günün nasıl geçti hayatım?
Erkek: İyi. Değişik bir şey olmadı.
Kadın: Yani?
Erkek: Yani ne?
Kadın: Değişik ne olmadı?
Erkek: Bu nasıl soru şimdi, ne demek "Değişik ne olmadı?"
Kadın: Evet ne demek, ben de onu soruyorum zaten.
Erkek: Olmayan şeyleri mi anlatmamı istiyorsun?
Kadın: Olan şeyleri anlatmadığın çok açık.
Erkek: "Değişik bir şey olmadı " dedim ya.
Kadın: Duydum, sağır değilim.
Erkek: Sabrımı mı sınıyorsun?
Kadın: Buna gerek var mı? Sen her zaman patlamaya hazır bir bomba, ben de seni sinirlendirmemek için sürekli çaba sarfetmek zorunda olan zavallı.
Erkek: Yöntemlerini gözden geçirmeni tavsiye etmek zorundayım.
Kadın: Sen biraz daha sakin olmaya çalışsan nasıl olur?
Erkek: Bu konuşma başlayana kadar gayet sakindim.
Kadın: Seni ben sinirlendirdim yani.
Erkek: Ben öyle bir şey demedim. Bu konuyu kapatabilir miyiz lütfen? Kadın: Kapat kapat, bunu da örtbas et bakalım.
Erkek: Evet, bugün ne olmadığını anlatmamak için konuyudeğiştiriyorum.
Kadın: Şimdi bir parça dürüst davranmaya başladın işte.
Erkek: Yemekte ne var bugün?
Kadın: Değişik bir şey yok.
Erkek: Lafın altında kalmaktansa bo.un altında kalırsın değil mi?
Kadın: İşte bu değişikti.

Vaka 2

Kadın: Canım çok beklettim mi?
Erkek: Önemli değil aşkım, ben de gazetemi okudum.
Kadın: Merak etmedin mi?
Erkek: Neyi?
Kadın: Tam bir saat geç kaldım ve sen beni merak etmedin öyle mi?
Erkek: Aslında merak ettim, hem de çok.
Kadın: O yüzden mi oturup gazeteni okudun? Ölüm ilanımı falan mı görmeyi umuyordun?
Erkek: Ne yapsaydım, seni beklerken tırnaklarımı mı yiyecektim? Kadın: Tabii. Bir telefon etmek aklına gelmedi değil mi? Öldüm mü, kaldım mı, tinerciler mi saldırdı?
Erkek: Tinerciler falan saldırmamış işte.
Kadın: Pek bir kinayeli söyledin. Keşke saldırsalarmış der gibi. Erkek: Şimdi benim anlamadığım, geç kalan sensin ama suçlu nasıl ben olabildim?
Kadın: Şöyle ki; sen beni merak etmedin, arayıp sormadın. Aynen böyle oldu.
Erkek: Benim bildiğim geç kalacak olan arar, haber verir.
Kadın: İyi ki de aramamışım. Beyefendinin gazete keyfini bölecekmişim baksana.
Erkek: Gazete okumasaydım ne saçmalayacaktın merak ettim şimdi. Kadın: O zaman kesin arardım.
Erkek: Yuh! İyice saçma sapan konuşmaya başladın sen.
Kadın: İşine gelmedi galiba.
Erkek: Bak garson geliyor, ne içersin?
Kadın: Canım bir şey istemiyor.
Erkek: Çay?
Kadın: İstemiyorum.
Erkek: Ihlamur?
Kadın: İstemiyorum dedim ya.
Erkek: Kök?
Kadın: Ne kökü?
Erkek: Zıkkımın kökü.
Kadın: Teskin edici özelliği varsa.
Erkek: Olmaz mı?

Vaka 3
Kadın: Bak bu bluzu yeni aldım, nasıl?
Erkek: Çok güzel. Bu dar kesimli bluzlar çok yakışıyor sana. Volanlar da ayrı bir hareket katmış kıyafete.
Kadın: Bunları bir yerden ezberledin de söylüyorsun değil mi?
Erkek: Hayır, sadece fikrimi söyledim.
Kadın: Volan ne demek biliyorsun yani?
Erkek: Ehem. Bir fikrim var, evet.
Kadın: Hiçbir fikrin yok değil mi? Sırf konuyu kapatmak için ezberden sallıyorsun.
Erkek: Seni mutlu etmek için bu saçma sapan şeyleri ezberlemişim, hâlâ üstüme geliyorsun.
Kadın: Konumuz bu mu şimdi? Senin ezber kabiliyetini mi tartışacağız? Erkek: Haydaa!
Kadın: Seninle artık ortak bir mevzumuz kalmadı farkında mısın? Oturup iki satır konuşamıyoruz.
Erkek: İki satır konuşmak için moda uzmanı mı olmam gerekiyor? Sen futbolla ilgilen mesela. Ben volan dedim, sen futbolla ilgili ne diyebilirsin?
Kadın: Beni zayıf tarafımdan vurmaya çalışma tamam mı? Futbol hakkında tek bildiğim, bir top ve onar kişilik iki takımla oynandığı.
Erkek: Sen de benim tek tutkum futbol hakkında bir şey bilmiyorsun ve bak kıyamet kopmadı.
Kadın: Tek tutkun demek. Ben ne oluyorum?
Erkek: Bu konuşmanın gidişatı hiç hayırlı görünmedi gözüme.
Kadın: Senin gözüne var bir gözükecek zaten. Biricik tutkun futboldan başka bir şey görmüyorsun ki.
Erkek: Futbolu kıskandığını söyleme sakın.
Kadın: Kıskanmalı mıyım?
Erkek: Senin bluzunu beğenen de kabahat.
Kadın: Bu bluz yeni değil zaten. Üç yıldır giyiyorum ama sen farkında bile değilsin.
Erkek: Mesele şimdi anlaşıldı. Bugünkü testi geçemedim yani.
Kadın: Ne zaman geçtin ki?
Erkek: Şaşırtmaca verdin ama.
Kadın: Filhakika.

PS. Üstteki yazının gerçek başlığı şuydu: “Bu kadınlarla nasıl anlaşılır acaba?” Cidden nasıl?
“Görmüş geçirmiş hatta ermiş bir dede ile konuşurken sordum…
- Dede ailenin başı kadın mıdır, erkek mi?
- Erkek baştır.
- Peki, kadın nedir?
- Kadın boyundur, başı nereye isterse oraya çevirir.”

Ana yazımız da, PS notumuz da mail ganimetlerinden… Maalesef kim yazmış bilmiyorum. Bilen varsa, bana bildirsin de ayıbı uzatmayalım.


ORTAYA ORTADAN KARIŞIK

* Türk erkeği AIDS’den korkmamakla haklıymış!
Hani çok alıştığımız görüntüler vardır, hatta artık espri konusu olmuş… Otoban kenarında bekleyen bir umum abla… Transseksüel veya has abla… Arabayla yaklaşan bir müşteri… Pazarlık yapmaya girişen müşteriyi görev bilinciyle uyaran umum abla şöyle der: “Aids’im ama haaaaa”.
El cevap: “Bize bir şey olmaz”.
Alt yazı da şudur: “Ben Türk’üm, ben erkeğim, bana bir şey olmaz”.
Bazı arkadaşlardan şunu da duymuşluğum vardır: “Kız temiz görünüyor, bişii olmaz”. Sanki zührevi hastalık mikropları kendilerini göze gösterirler.
Velhasıl son yapılan araştırma, sünnetin AIDS bulaşma riskini yarı yarıya azalttığını kanıtlamış. Güney Afrika’da, 18-24 yaş grubundaki 2.784 erkek arasında yapılan araştırma, sünnetli erkeklere virüsün bulaşma riskinin en az yüzde 53 daha az olduğunu göstermiş. Uganda’da 4.996 erkek arasında yürütülen araştırmada, bu riskin yüzde 51 az olduğu görülmüş.
Sünnetin birçok zührevi hastalıktan koruduğu yıllardır bilinen, hatta Amerikan ordusunda bile bazı görev yerleri söz konusu olduğunda kullanılan bir yöntem.
Söz AIDS’e gelince… Demek ki… Türk erkeği sünnet olurken, sezgisel bir bilinç kazanıyormuş, pek bir şey de yitirmiyormuş! Demek ki, erkeğimizin AIDS konusunda bilinçsiz ama haklı bir algısı varmış. Demek ki, erkeğimizi biraz daha ciddiye almak gerekirmiş!

* “16 Mayıs’ta saatler 100 yıl geriye alınıyor”
Ekranda 11.05’ten 11.00’e doğru geri giden tam ekran bir saat ve yelkovan.
Metin ise… “16 Mayıs’ta saatler 100 yıl geriye alınıyor. Tehlikenin farkında mısınız? Cumhuriyetinize sahip çıkın”…
İkincisinde ise ekranda sadece bir tarih: 1881-2007.
İma edilen Atatürk’ün fikren doğum ve ölüm tarihi.
Metin ise… “Mayıs 2007’de Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılıyor. Tehlikenin farkında mısınız? Cumhuriyetinize sahip çıkın”…
İkisinin de finalinde sağ alt köşede küçük bir Cumhuriyet Gazetesi.
Bu reklâm filmlerini, bazı televizyonların yayınlamayı reddettiği söyleniyor.
İletişim uzmanı Ali Saydam ise şöyle yorumlamış köşesinde (24 Şubat 2007, Akşam) aynen aktarıyorum: “Evet, tehlikenin farkındayız. Demokratik yollardan gelecek ‘tehlikeyi’ engellemek için anti-demokratik yollar dahil her türlü yöntemi ve yöntemleri kaçınılmaz kılan, her türlü yolu mubah gösterecek iletişim yüklemesinin doğuracağı tehlikenin farkındayız…”
Umarım hepimiz demokratik veya anti, her tür tehlikenin de farkındayızdır. Demokrasiyle yönetilen bir ülkede, 301’e dayanmayan (!) bir reklâm filmini yayınlamamak çok açık bir demokrasi dersi.
İşimize gelirse demek… İşimize gelirse…

* Medya sektörünün ilk dergisi
Hemen hemen her sektöre ait dergi çıkartan medya kuruluşları kendisiyle ilgili bir dergi çıkarmamıştı. Basında çalışan binlerce kişinin, basın sanayine hizmet eden işadamlarının, dağıtımcıların, bayiler, kâğıtçılar, reklâm verenler, matbaa ve yan sanayi ile medya ile iş yapan diğer sektörlerin bir dergisi yoktu.
Grup Medyatik tarafından piyasaya çıkarılan MEDYATİK adlı derginin konu başlıklarından bazıları:

- Rauf Tamer ilk kez MEDYATİK’e konuştu: “Tek pişmanlığım Ecevit’tir”
- Haldun Simavi, gazeteci olmak isteyen toruna nasihat etti: “Gazeteci olacaksan bağımsız olacaksın”
- Umur Talu, Ertuğrul Özkök’ü koltuğuna yapışmakla suçladı: “Kenarda duruyorsak, bu maçı kaybettiğimiz anlamına gelmez…”
- Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç: “Beni zorla başkan yaptılar.”
- Kabeyi sel suyu bastı. Yüzerek tavaf yapanların ilk fotoğrafları…
- Yüzyılın asparagası: Almanya Başbakanı Helmuth Kohl’ün karısına “Zeynep Abla” adıyla yıllarca “dert köşesi” yazdırdılar.

(Haber kaynağı: Medyatava internet sitesi, 27 Şubat 2007)

* Hasta okulu
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin 10 yıldan beri sunduğu bu sağlık hizmetine kronik hasta ve hasta yakınları katılabiliyor.
HASTA OKULU’nda, hastaların gündelik yaşamlarında karşılaştıkları sorunların (yeme, içme, sosyal yaşam, gezme, iş yaşantısı, özel yaşam, vb.) pratik çözümleri anlatılıyor.
1 Mart 2007’de başlayan dersler 21 Haziran 2007’ye kadar sürüyor. MS’den madde bağımlılığına, obeziteden böbrek yetmezliğine kadar çok çeşitli alanda ders veriliyor.
Derslere katılmak için kayıt gerekmiyor ve üstelik ücretsiz.
Ders programı ve detaylı bilgi için: hastaokulu.org ve saglik-info.com

* Ben Kimim atölyesi
Şifa Çemberi Eğitim & Danışmanlık Merkezi, 3-4 Mart tarihleri arasında Berna Tunalı’nın eğitmenliğini yaptığı “Ben Kimim” atölyesi (Kendini ifadede yaratıcılık) düzenliyor. İster haftasonu programına ister günübirlik eğitime katılabilirsiniz. Programı bu seçeneği göz önünde bulundurarak düzenlemişler.
Atölyenin asıl amacı, katılımcının kendini fiziksel, zihinsel ve ruhsal özgürlüğünü ve kendini ifade yollarını keşfetmesidir.
Detaylı bilgi almak için iletişim…
sifacemberi.com (henüz yapım aşamasında)
0 212 347 41 53 / bilgi@sifacemberi.com / sifacemberi@gmail.com

* Bayan mevzusu
Sevgili Meda, mail atmış, aynen aktarıyorum.
“Programda (benim seyretmediğim bir Makina programından bahsediyor) sizin baa-yan meselesi de konuşuldu. Hakkı Devrim o söyleniş biçimini eskiden vatmanların özellikle ‘vardakosta’ hanımlar için kullandıklarını söyledi. Vardakosta iri yarı, gösterişli kadınlar için kullanılan bir deyimmiş, sözlüklere baktım. Hakkı Devrim ‘hükümet gibi kadın’lar için kullanıldığını söyledi”.
Benden size esen kültürel rüzgârları arttıralım diye paylaşıyorum… :)

* Teşekkür
Bu yıl, en çok kitap hediye edildi. İlk gençliğimde olduğu gibi… Ne ilginçtir ki, kitap alan hiç kimse, sadece kitapla yetinmemişti, yanında mutlaka başka başka hediyeler almışlardı. Beni her zaman mutlu eden bir hediyedir kitap. Her biri yeni bir dünyadır çünkü. Ama diğer güzel hediyelerin de hakkını yemeyeyim. Hâlâ kutlamalarımız devam ediyor. Dolayısıyla hediyeler de gelmeye…
Fakat büyüdükçe insan fark ediyor ki, tek bir kelime, tek bir mesaj, tek bir sıcak kucaklama yetiyor. Hatta hatırlamayanları bile umursamayabiliyor insan. Unutmuşsa ne olmuş? Dünyanın sonu mu yani? Teker teker teşekkür notları iletmeye başladım. Yetişmeye çalışıyorum. Atladıklarıma da buradan… Malum köşe benim malım ya J…
Mail atan, mesaj atan, telefon eden, elinde pastayla beklenmedik bir anda kapıyı çalan, başka şehirlerden kalkan gelen, eğlendirmek, güldürmek için çırpınan, en güzel programı hazırlamak için uğraşan yani her şartta kalbini veren herkese teşekkür ederim…

* Haftanın Blogu
Sözde Ermeni soykırımı hakkında temel bilgi sağlayan bir blog. Ayrıca, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Türkçe, Fransızca, Almanca ve İngilizce olarak hazırlanan “Ermeni Sorunu – İddialar ve Gerçekler” cd’sinin içeriği indirebiliyorsunuz.
http://realgenocide.blogcu.com/1661188/

İMZA: Bİ DOST

“Yurdum Gazetecisi”

Türkiye'nin "Ermeni sorununu konuşalım" çağrısı verilen kurumsal yanıtın kadük olmasından sonra (ayrıntıları Gündüz Aktan'ın Radikal gazetesindeki yazılarından öğrenebilirsiniz), kişisel bir yanıt da geldi. Gomidas Enstitüsü'nden Ara Sarafyan, kendi seçtiği bir bölgeyle (Harput) ilgili bilgileri masaya serip, konuşmayı önerdi. Türk Tarih Kurumu başkanı Yusuf Halaçoğlu bu öneriye ilke olarak olumlu yanıt verdi.

Gariplikler de bundan sonra başladı. Ara Sarafyan, toplantıyla ilgili yazışmaları gazetecilere de yollamış. Radikal gazetesinin genel yayın yönetmeni İsmet Berkan da, kendisine gelen bu yazıları kullanarak Yusuf Halaçoğlu'na bu fırsatı iyi değerlendirmesi gerektiğini öğütleyip, "Bilmiyorum Prof. Halaçoğlu, Ara Sarafyan'ın kendilerine dilekçeyle mi başvurmasını bekliyor ama benim görebildiğim kadarıyla Türkiye'nin 'Tarihi tarihçilere bırakmak' ve 'Tarihçilerden bir komisyon oluşturup onların konuyu incelemesini sağlamak' şeklinde özetlenebilecek* son dönem resmi politikaları açısından Ara Sarafyan'ın attığı adımın geri çevrilemeyecek önemde bir adım olduğunu düşünüyorum" diyerek tarafını seçiyor (24/02/2007). Üç gün sonraki yazısında "Başlangıçta, 'Bana resmen bir başvuru yapılmadı' gibi şeyler söyleyen Prof. Halaçoğlu'nun Ara Sarafyan'ın teklifini geri çevirmediği anlaşıldı" diyen Berkan, devam etmiş "Ara Sarafyan, (...) karşıt delillerle ve Türk tarafının belgeleriyle yüzleşme cesaretini gösterdi". Ve Sarafyan'dan gelen, görüşmenin aşamalarını yazdığı, ikinci mesajı da sütununa taşıyor.

Gerçek bir gazeteci, "Beni, toplantının sonucu ilgilendirir, bu ayrıntıları toplantı öncesi yazarak, taraflardan birisine üstünlük sağlamış olur muyum" diye düşünürdü!

* İsmet Berkan, yönettiği gazetede tarihçilerin yaptığı toplantıya katılan ve akıbetini yazan Gündüz Aktan'ın yazılarını okumuyor mu acaba? Viyana'da yapılan toplantıda, Türk tarafının verdiği belgelere karşılık, Ermeniler belge vermemiş ve ikinci toplantıya da katılmamışlardı.

TDK Dersleri

* Türkçe Sözlük’ten
Mütevazı (sıfat -müteva:zı- Arapça mutevazi'): Alçak gönüllü
"Çok mütevazı bir kadın olan annesinden edep, erkân, ev kadınlığı ve el hüneri almış."- S. Ayverdi.
* Gösterişsiz, iddiasız: "Mütevazı bir ev"
* Mütevazi sıfat, eskimiş (müteva:zi:) Arapça mutevazi Birbirine paralel olan.

* Yabancı Kelimelere Karşılıklar
Sidewalk sale: İngilizce sidewalk "yaya kaldırımı", sale sözü ise "satış" anlamlarına gelmektedir. Kurumumuz bu kelime için kaldırım satışı ve mağaza önü satışı karşılıklarını önermektedir.

02 Mart 2007

1 yorum:

By Darksun dedi ki...

Merhaba, Güzel Blogunuz var. Bayan gazeteci tv ;)