22 Eylül 2007 Cumartesi

21- İNADINA TÜRKÜZ!


Söz verdiğim gibi buradayım. Eksik zamanı, olan biteni Cuma günü telafi etmeye başlayacağız. Şimdi gündem ve görev çağırıyor.
Hoş bulduk!


Ben Hrant değilim, ben Ermeni de değilim!
19 Ocak Cuma günü Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve yazarı Hrant Dink, gazete binasının önünde kurşunlandı.

Bir anda haber yazmaya başladık acele acele.
Medya siteleri tarandı, televizyondaki haber kanalları sürekli açık bırakıldı.
Gündem değişti, program değişmedi.
Gerçekler hiç değişmedi.

Çünkü Mevlânâ’nın söylediği gibi “Bir şeyin hulûsuna vaktinden evvel sai olanlar azapla müezzep olurlar”. (Olacakları önceden görenler, bilenler acı çekerler) (1)
Biliyorduk içimizden böyle olacağını. Gizli veya açık hedef gösterildiğinde birisi, neler olabileceğini biliyorduk hepimiz. Tanık olmuştuk hep, ezberi bozamamıştık yine.

Cuma gününden beri haberlerde izliyor, gazetelerde, köşe yazılarında okuyorsunuz. Üzerine konuştunuz, düşündünüz, kızdınız, üzüldünüz.
Bütün bunların yeniden üzerinden geçmeye gerek yok.

Üzerinden geçmemiz gereken şeyler başka…
Çöpleri karıştırarak delil arayan, sonra da beyaz bereyi metroda bulduk, üzerindeki saç kılından kimlik tespiti yapıyoruz diyen adli uzmanlar…
Katil zanlısı yakalandığı zaman ise üzerinden silahla birlikte beyaz berenin de çıktığını açıklayanlar…
Bu ve bunun gibi bütün tutarsız bilgileri haber yapan gazeteciler…
2500 telefon geldi, 200’ünü ciddiye aldık diyen, sonraki açıklamada ise gelen ihbar sayısını 100 küsura düşüren yetkililer…
Bu kadar açık hedef olduğu belli olan birine koruma vermeyen düzen, sonra da “O istemese de, ara ara polis ekiplerimiz sokağı denetliyordu” diyen bir mülkî amir
“Korunması gerekenin bir adamdan öte, bir devletin itibarı olduğunu anlamayanlar… (2)
“İhmal yoksa, istifa da yok” diye diye hasıraltı/baş tacı ettiklerimiz… (3)
Trabzon’da gizli gizli teşkilatlanan bir öfke, bir nefret, bir suç…
Taziye ziyaretine birlikte giden Etyen Mahçupyan ve Orhan Pamuk ittifakı…
“Cenazeye gitmek için programıma bakmalıyım” diye “ıııı”layan, siyasi kariyerini iyice tökezleten Deniz Baykal.
Subliminal haber yapan, ilk akşam haberlerinde olayı verirken gizli gizli hedef gösteren Star ve Habertürk televizyonları…

Yine medyamız kendi rengini belli etti kalemlerinden damlayan, kelimelerinden sızanlarla… Hrant Dink’i şehit ilan edenler, ona rahmet dileyenler, efsaneleştirenler, kahraman yapanlar…
Çoğunluk bunlardı.

Oysa esas çoğunluk, merhameti, birleştiren gerçek “milliyet” sevgisiyle, sesiyle, tepkisiyle halktı.

Çünkü fikre fikirle karşı durulurdu; taşla, sopayla, silahla değil.
Bizden ne kadar farklı düşünürse düşünsün, kimsenin cezası ölüm olamaz, olmamalıydı. Kime karşı yapılırsa yapılsın, terör terördür, Hrant Dink de bir terör kurbanıdır ve “katil”lerine gereken ceza verilmelidir.

Samast Ermeni mi?
Arkasında kimin olduğuyla ilgili rivayetler çeşitli.
Köklerin yurtdışında yattığı konuşuluyor bazı çevrelerde, İsrail, ABD mesela…
Ya da bağnaz bir milliyetçi…
Ne olursa olsun ülkemiz için uluslararası yazılan bu senaryolardan “yırtmanın” bir yolu vardı…

20 Ocak’ta, uzun yıllar Fransa’da yaşamış olan fizyonomist bir tanıdığım telefon ederek tespitini bildirdi. “Bu katil Fransız Ermenisi. Fizyonomik yapısı bunu ele veriyor. Lütfen bu bilgiyi kullan” dedi.
21 Ocak’ta ise bu etnik durum bir iddia olarak ortaya atıldı, İHA haber yaptı, TGRT haber kanalı da dile getirdi. Vali Muammer Güler ise olayın ardından bir açıklama yaptı (!): “Yok, öyle bir şey!”

Bakalım, bu etnik inceliklikleri zaman içinde göreceğiz…

Kör, badem gözlü oldu
19 Ocak’ta, olayın üzerinden saatler geçmişken hemen irtibatlaşılıp kaynaşılıp Taksim’den olayın olduğu Şişli’ye bir yürüyüş düzenlendi. Verilen rakamlara göre 5 bin kişiydiler. İçlerinde Türk bayrağı taşıyan birini gördünüz mü? Ya da “birleştirici” bir slogan duydunuz mu? Varsa, yoksa bölünmeyi kışkırtan “Hrant’ız, Ermeniyiz”…

Bu ülkede askerimiz, polisimiz şehit edilirken, herhangi bir yerde “Biz Türküz” diyen bir Kürt, Ermeni gördünüz mü?

“Genelevin önüne tatlıcı, okulun önüne simitçi koyan gizli servislerimiz nerdeydi? MOBESE kamerası neden Agos’un 200 metre ötesinde? Neden korumayı beceremedik bu açık hedefi?” diye yazan Enis Berberoğlu gibi “bize gereken derin devlet değil, derin akıldır” demek gerek sanki.

Çünkü ortada tam bir “badem gözlü kör” durumu. Onu son zamanlarda, 301 meselesinden tanıyanların büyük çoğunluğu “vatan haini” olarak tanıdı. Öldürüldü, “kahraman” oldu.
Meğer Dink vatan haini değilmiş, Dink bir kahramanmış. Tek vatan haini ise onu öldürenmiş.

Çalıştığı gazetenin önünde cansız yatan babasına kırık gözlerle bakan Sera Dink’in sözleri anlamamazlıktan geldiklerimizi, kabullenmediklerimizi bir kez daha gözümüze sokuyor.
“Şimdi temizlendi mi kanınız?”
Böylece bir Yahuda gibi ele verdi kendini. Bir şok anında, öfkeyle söyledikleri, bilinçaltının derinlerindeki gerçeği ve kırık gözlerle baktığı babasının yolunu işaret ediyor.

O yüzden bize “derin akıl” gerek.

O yüzden…
Bu korkunç cinayet hepimizin içi aydınlanacak şekilde çözülmeli. Suçlular en ağır şekilde cezalandırılmalı. Bu suikast üzerinden, ülkemiz için yapılan planlara karşı uyanık ve bir olmalıyız.
O yüzden, fikirlerini paylaşsak da paylaşmasak da, bir “can”a olan borcumuz için cenazeye katılmalıyız. Çünkü asıl hedef Hrant Dink değil, Türkiye Cumhuriyetidir.

O yüzden…
Bize “derin akıl” gerek.

O yüzden…
Cüneyt Ülsever ve diğer birçokları gibi “Ben bugün Ermeni’yim” başlıkları ve nidaları atamayacağım. Çünkü ben bugün ve her gün, her koşulda Türk’üm.
Ölene, öldürülene kadar… (4)





ORTAYA ORTADAN KARIŞIK

* “Engelleri kaldıralım”
Gérald Metroz… 44 yaşında bir hokey menajeri, spor yazarı ve radyo programcısı. Sosyoloji, tarih ve İngilizce okumuş. Birkaç dil biliyor. 2.5 yaşında babasının istasyon şefliği yaptığı Sembrancher istasyonunda rayların üzerinde oynarken bacaklarını kaybetmiş. Şimdi 44 yaşında ve “Engelleri Kaldıralım” kampanyası için Serdar Bilgili’ye poz verdi. Sergideki en çarpıcı fotoğraflardan birisi onun fotoğrafı…

Her yıl kaza geçirdiği 16 Aralık gününü dostlarıyla birlikte kutluyor. Böylelikle o günü dramatik olmaktan çıkardığını söylüyor. “O sadece hayatımın değiştiği bir gün. Sadece fiziksel bir acı… Herkesin başına gelebilir. En büyük trajedi insanlar arasındaki aşksızlıktır.”

Çektirdiği fotoğrafların ise erotik değil, her şeyin mümkün olduğunu gösterdiğini söylüyor. “O yapabiliyorsa, ben de yapabilirim” diye düşünecek insanlar çünkü ben her zaman başarılı olunabilecek ortam olduğunu düşünürüm”

(Metroz’un kendi internet sitesini de ziyaret edebilirsiniz. geraldmetroz.com)

Serginin aşkı anlatan bölümünün ikinci konuğu da bir yabancı… 33 yaşındaki, Vietnam’lı genç bir kadın. Thuy Esselier. 19 yaşındayken İtalya tatili dönüşünde trafik kazası geçiriyor ve omurilik felci oluyor. İki yıl süren depresyondan sonra hayata ve eğitimine geri dönüyor. Çekimlere bilgisayar mühendisi sevgilisi Fabrice Balet ile katılıyor. Röportajları yapan Tempo editörlerinden Nuray Soysal, iki sevgilinin “keşke beni de böyle seven, bana da böyle bakan biri olsa” dedirtecek“ görüntüler verdiklerini yazmış.

“Engellere Rağmen” fotoğraf sergisi 15-30 Ocak arasında Dolmabahçe Sarayı Sergi Salonu’nda olacak. Gérald Metroz ve Thuy Esselier’nin aşkı anlatan görüntülerinin dışında ülkemizde çeşitli alanlarda başarılı olmuş engelli insanların fotoğraflarını görebilirsiniz.
Serginin tek eksiği, Tempo’da yayınlanan fotoğraflardan daha fazlasını sunmaması. Dergiyi benim gibi evire çevire okuduktan, fotoğrafları en ince detaylarına kadar inceledikten sonra, sergide aynı serilerin devamını görmek istiyor ama göremiyorsunuz.
Bu küçük kadı kızı kusurunun yanı sıra, her açıdan mühim ve başarılı bir sergi.
Hadi kaçırmayın! Az zaman kaldı!

* Biz “bayanlar” ve siz “bay”mayan adamlar…
YENİ GELİŞMELER…
Edebi yönden yetenekli, ideolojik yönden şaibeli yazar Elif Şafak da bir ucundan tutmuş yazmış “bayan”lık hallerini…
“Kimileri bunu hazmetmekte zorlansalar da her kadının içinde erkeksi, her erkeğin içinde kadınsı bir yan vardır” demiş Şafak.
Bu tezi akademik olarak doğrulayan bir kitap daha çıktı piyasaya.
Kelebek Yayınları tarafında yayınlanan, Dr. Louann Brizendine’in yazdığı “Kadın Beyni” adlı kitap sağladığı biyolojik bulgularla cinsiyet çatışmalarını hafifletecek gibi görünüyor.
“Her beyin hayatına kadın beyni olarak başlar. Ancak doğumundan sekiz hafta sonra testosteron, erkek beyninin iletişim merkezine yayılır ve erkekler bu özelliklerini yitirirler. Diğer taraftan bu hormon, onların altıncı hislerini köreltirken cinsellik merkezlerindeki aktivitelerini de ikiye katlar. Erkekler günde 7000 kelimeyle konuşurken, kadınlar 20.000 kelime kullanırlar.”
İşte baymanın ve baymamanın bir başka sebebi/açıklaması daha…

“Salt kadın kelimesinin kullanmamak için, hele hele yüz yüze insan ilişkilerinde telaffuz etmek durumunda kalmamak için sürüsüne bereket alternatifler üretilmiş bile. Bahsi geçen kadın görece genç ise sorun yok, ‘kız’ kelimesi imdada yetişir. Keza yaşlı ise gene mesele değil, ‘teyze, haminne’ ya da duruma/sınıfa göre ‘hanfendi’, o da olmadı ağzı ya ya ‘ha-nım-e-fen-di’ ne güne duruyor? Ama ya bu iki kategorinin orta yerine denk düşüveren o geniş sayıdaki kadına nasıl hitap edilecek? Bir sıkıntı, bir rahatsızlık, bir iğretilik… Sanki ‘kadın’ kelimesinden bilmediğimiz bir kusur, üzeri derhal örtülmesi icap eden bir ayıp varmışçasına. Sırf kadın dememek için kimi zaman ‘bacı’, kimi zaman ‘bayan’ ve en çok da ‘siz hanımlar’!”
(…)
“Siz hiç ‘erkek’ kelimesi yerine benzer bir bağlamda ‘bay’ kelimesinin kullanıldığını duydunuz mu? ‘Baylar voleybol müsabakası’ diye bir ifade biçimi icat edilmediyse ‘bayanlar’ versiyonu niçin çıktı bunun? Yoksa bizim bilmediğimiz bir ayıp mı saklı ‘kadın’ kelimesinde? Yoksa bizim bilmediğimiz bir ayıp mı saklı kadınlık hallerinde?”
İşte böyle demiş Elif Şafak. Oysa “bayan” tanımını son günlerde en güzel yapan şahsiyet, Topitop Star yarışmasının kanadı kırık, kumarda kaybeden, aşkta kazanan yarışmacısı Armağan. Ben de kendisiyle magazin programlarının fragmanlarında tanıştım. Hemen ardından programların “Azzzzz sonra” flaşörlerine sabrede sabrede bekledim. Beklememe değdi çünkü programın ve haberin tüm detaylarına vakıf oldum. Sizi de aydınlatayım…
Şimdi Armağan adlı bu arkadaşın Bülent Ersoy’un son sevgilisi olduğu, ikilinin evlenme niyetinde olduğu ve hatta bu aşk sebebiyle bu çocukcağızın birinciliği kaybettiği rivayet ediliyor.
“Bülent Ersoy güzel bir bayan. Ben 25 yaşındayım, o da 25 yaşındadır. En azından öyle hissediyordur” diyor Armağan ve farkında bile olmadan harika bir “bayan” tanımı yapıyor. Bayan dense dense Bülent Ersoy’a denir, zaten sadece de ona denmelidir.
Bayan tanımının içeriğini Bülent Ersoy tamamen doldurur, biz “gerçek” bayanlara :) da yer yoktur.
Eminim ben bu kültürel meseleyi bir kez daha deşerken, sizlere yine rüzgârlar esmiştir… Şöyle kültürel kültürel bir rüzgâr… Bayandan temiz kullanılmış bir hayattan… (5)


SOSYAL SORUMLULUK
Türkiye Kütüphaneciler Derneği ve Yardımseli Grubu’nın başlattığı kitap kampanyasında toplanacak kitaplar Ağrı, Amasya, Artvin, Bingöl, Konya, Mardin, Şırnak, Tokat, Trabzon, Van ve Yozgat’taki okullara bağışlanacak.
Bağışlamak istediğiniz kitapları Aras Kargo ile indirimli olarak gönderebilir veya kütüphaneye kendiniz teslim edebilirsiniz.
Detaylı bilgiyi istanbul.kutuphaneci.org.tr ve yardimseli.org sitelerinden alabilir, kütüphaneden Ebru Gürsoy’la (0 535 395 15 21) görüşebilirsiniz.


TDK Dersleri

* Türkçe Sözlük’ten
Taammüden (zarf, Arapça ta'ammuden): 1. Bilinçli bir biçimde, önceden tasarlayarak, bile bile, kasten. 2. (hukuk) İşlenecek bir suçu önceden planlayarak, planlı bir biçimde, tasarlayarak.
* Yabancı Kelimelere Karşılıklar
Asparagas: İngilizceden dilimize giren asparagas (asparagus) sözü "Uydurma, gerçek olmayan, gerçekmiş gibi gösterilen haber" anlamına gelmektedir. Kurumumuz bu terim için şişirme haber karşılığını önermektedir.


İzler
1- Vatan yazarı Selahattin Duman’ın 20 Ocak tarihli yazısından esin. :)
2- Hürriyet yazarı Ege Cansen’in 21 Ocak tarihli yazısından bir alıntı.
3- Vatan yazarı Reha Muhtar’ın 20 Ocak tarihli yazısından bir alıntı.
4- Doç. Dr. Ümit Sayın’ın konu hakkında yayına açık olmayan yazısından.
5- Yazarın 22 Aralık tarihli “Banu Avar bizim sesimiz” adlı yazısına gönderme.
http://www.gazeteci.tv/yazarDetay.asp?GuvenlikID=69O64O69O

22 Ocak 2007

Hiç yorum yok: