22 Eylül 2007 Cumartesi

6- Korkularımı korkuttum

K- Korkuyor musun?
E- …
K- Korkuyorsun… Biliyorum bunu. Hissediyorum, söylemediğin her kelimede gizleniyor korkun. Oysa ben korkuma rağmen buradayım. Havada bırakma beni.
E- Böyle olacağını biliyordum. Seni ilk gördüğümde anlamıştım. Bundan sonrasını da biliyorum. Daha sık görmek isteyeceğiz birbirimizi. Hayatımızdan, işimizden çalacağız o zamanı. Yetmedikçe hırçınlaşacağız.
K- Ben hırçınlaşmam. Susar, içime kapanırım. Küserim. Korkarım senin korkundan. Eksik kalmandan, yetmeye çalışmamandan…
E- Ben hırçınlaşabilirim, yetmeyebilir çaldığımız zamanlar.
K- Neden buradasın?
E- Seninle aynı sebepten…
K- Ben seninle en büyük sözlerimi kilitledim. Sessizliğimi uyuttum. Korkularımı korkuttum. Hadi…
(1)
* * *

“Aşk korkuya peçedir / Korku da aşka perde” der Necip Fazıl Kısakürek. Perdeleri kaldırasım gelir, sonuna kadar sevesim… Her şeyi…
Severim de…
Hatta insanları da…
İçlerindekini gördüğüm için severim insanları, bir nevi Montaigne humanizmi yani. İnsanların içini gören, kendi içindekini gösterenlerdenim ben de.
O yüzden bir bakış atın içime.
Bu yazı gizli bir ithaf. O yüzden karışık, elastik. İstediğiniz yere çekiniz, bana yormayınız, neler oluyor diye mailler atmayınız.
İçimden, elimden aktığı gibi dökülecek klavyeye, sorular, hisler, hissizlikler, tünelin ucundaki ışıklar…
Eskiden yazılıp gönderilemeyen mektuplar biriktirirdik, dolma kalemlerle yazılan; şimdi mekanik harflerle yazılan internet yazılarını döşeniyoruz, herkese açılan…

Korkularını korkutanlara, imkânsız sanılan-ölü doğan aşkları kuvöze koyanlara, hayata yürek yettirenlere…


“Sessizliğin bana bir şey anlatmalı mı?”

Sessizliğin ayrı bir dili vardır, bazen çoook can acıtan kelimeleri. Herkes kendi şifresiyle okur sessizliği. Kimi “Beni yolda bıraktı” der, kimi “Yeterince gücü yok”…
“Yetmedi yüreği” derim ben. Hayat yürek yettirmecelerle ölçülür sanki. Ne kadar yettirdin, yaşadın. Acısa da yaşamalısın, bileklerine Müslüm Gürses çizgileri ata ata yaşamalısın. Sesinde börtü-böcek cıvıltıları yaya yaya yaşamalısın çünkü.
“Aşk iki eli dolu bir tanrıça. Acıyı almadan mutluluğu vermiyor” diyen yazarı (2) doğrulayarak yaşamalısın.
Her nefesi içine çektiğinde, değdiğini bile bile…

Sessizlik ise en çok aşktan gelir, bir de korkudan. Onun dışında susana da rastlamadım ben. Çünkü “Akdeniz insanıyız ya biz” :p (3), her şeyi bağrış çağrış yaşarız. Sevişmeleri, acıları, mutlulukları, doğumları, terfileri, düğünleri, ölümleri.
Aşk yoksa korkuya yorarım sessizliği.
Şimayişems teyzem “Evladım, aşk kapıyı 40’ında, 50’sinde de çalar. Önemli olan onu ilk kez gelmiş gibi karşılaman” der. Öyle mi oluyor sahi? Her gelişinde öncekileri temize çeke çeke mi içeri alıyoruz?

Birileri söyler sana sende bir gariplik olduğunu. Sabahları uyanınca düşün, akşamları yatınca düşün. Akşamları uyuyama-düşün. Daha bir sürü imge işte…
Aşkın harlı fanusunda olmayanlara saçma gelen bir sürü işaret levhası.
Ne olursa olsun sonrasında, sonrası hep bir sessizlik. Sorulardan, cevapsızlıklardan, beklemelerden, acıtmalardan, görevlerden, uykusuzluktan, öpüşmelerden-öpüşememelerden, imkânsız aşklardan, az sevişmelerden, korkulardan, hastalıklardan gelen bir suskunluk.
Yabancı dillerde bile hep s’yle başlayan sessizlik sonrası. Bir yılan gibi hayatına sızan sssssssssssssssssssssssssessizlik…

Bazen birkaç ülke ayırır sizi, bazen birkaç şehir. Bazen birkaç kat, birkaç duvar, birkaç insan, birkaç gece, birkaç saat, birkaç yüzük…
Tüm kimliklerinden sıyrılırsın, kimsenin bir şeyi olmadan o “birkaç”ı ayıklamak istersin.
Sessizlik nedir ki?
Onu “götüreceğin” mekânlar seçersin, yemeklerin tadını, konuşmaları hayal edersin, birbirinize değmelerinizi, kahkahaları, bir hayatın sıradan ayrıntılarını paylaşmayı. Eksik kalan her şeyi tamamlarsın sessizlikte. Ne kadar korkusuz olursan/ız o kadar uzağa gideceksinizdir.
“Korkularımı korkuttum. Hadi...” dersin. “Bedelini ödemeye razıyım, aşk varsa, bedel ne olabilir ki” dersin. Susma dersin. Susturma…

Sessizliğin ayrı bir dili vardır, bazen çoook can acıtan kelimeleri. “Şarjım bitti, arayamadım”, “Evdeyim, arayacağım”, “Çok hoş birisin ama…”, “Yetmeyince hırçınlaşabiliriz”, “Seni seviyorum ama…”, “Sen…”, “Ben…”

Sancılıdır sessizlik, umutsuzdur. Kimse hayra yormaz.
O yüzden aşk yoksa korkuya yorarım.

Korkanlardan da korkarım. Oysa ben de korkarım zaman zaman. Sonra utanırım kendimden ve hatırlarım, korkmamak için sessizlikten, en büyük aşk olsun der, hayata âşık olurum tekrar tekrar.

Sessizliğin ayrı bir dili vardır, bazen de sessiz adımları…
Sessiz bir boşluğu.
Ve her seferinde koynumuza bir yılan gibi süzülür sssssssssssssssssssessizlik…





(1)- Gerçek bir diyalogdan sessizliğin şifresi çözülüp eklenmiş kesit.
(2)- Ahmet Altan
(3)- Sıradan bir diyaloga gönderme ve “:p” internet şifreleriyle “dil çıkarma, nanik yapma”.

29 Eylül 2006

Hiç yorum yok: