31 Ocak 2010 Pazar

Kürtaj

Esas yazıdan özetliyorum hikâyeyi… (1)
(Tırnak içindeki bölüm alıntı ve koyu cümlelerde yazarın kendi tercihleri korundu.)

“Güzel ve akıllı kadındı. Hayatı ve yaşamayı severdi. Kocasıyla “Artık hayatımdan çıksan diyorum, bu ikili delilik sona erse...” türün bir ilişkisi olmuş ve sonunda bitmişti.
30’lu yaşlarının başındaydı o adamı tanıdığında…
Adam, yaşamında kendisine eşlik edecek, beraberlikten keyif alacağı bri partner arıyordu.
Uzun süre çıktılar.
Beraber oldular, beraber yaşadılar…
Zaman zaman tartıştılar, zaman zaman barıştılar ama ilişki aynı yoğunlukta sürdü gitti.
Bir gün kadın hamile olduğunu fark etti.
Erkek arkadaşıyla beraberdiler ama “çocuk” gibi bir kararları yoktu.”

Belki adam emrivaki kabul eder bu hamile kalma olayını diye düşünen kadın, bilemiyor ne yapması gerektiğini…
Sadece çocuğu doğurmak istiyor.
Sonra kadın en yakın kız arkadaşına soruyor. “Hamile olduğunu ona söyle. Uzun zamandır seninle ilişkim var. Çocuk yapacaksam bu beraberlikten dolayı senden başka kimseden çocuk yapma durumum yok. Onun için bu çocuğu doğurmak istiyorum” de diye akıl veriyor arkadaşı.
Ve kız da konuşuyor sevgilisiyle.
Daha önceki evliliğinden çocukları olan adam, bir başka çocuk istemiyor.

“Uzun zamandır beraber olduğu erkek çocuğu istemiyordu. Çocuğu aldırsa, yaşı her geçen gün geçecek ve bir daha ‘Çocuk sahibi olacak mı olmayacak mı, hamile kalacak mı kalmayacak mı’ bilemeyecek, muhtemelen halihazırdaki ilişkiyi bitirip yeni bir ilişkiye hemen başlayamayacak, dolayısıyla da fiziksel olarak çok da fazla süresi olmayacaktı önünde.
(…)
Bunu anlayabilmek için ya kadın olmak, ya da kadınları çok iyi bilen, kadın gibi düşünen o erkeklerden olmak gerekirdi.”

Kadının seçenekleri belliydi aslında:
“Ya ‘ne olursa olsun… Allah kerim’ deyip doğuracaktı.
Ya istemediği halde aldıracaktı.
Ya da adama hoşça kal deyip, adamın istemediği bebeği tek başına yetiştirmek üzere doğurup büyütecekti.”

Uzun uzun düşünmüş kadın.
Sonunda gidip çocuğu aldırmış.
Arkadaşları çok kızmış bu duruma…
Kadın da, ben söylesem, ben de böyle söylerdim diyeceğim güzel bir açıklama yapmış tüm arkadaşlarına:

“Bir erkekten bir çocuk yapmak, aslında o erkekle hayat boyu bitmeyecek bir bağ kurmak demek. Kadın ve erkek eğer çocukları olursa, bir daha birbirlerinin hayatlarından isteseler de gidemezler… Her zaman ortada bir çocuk vardır ve kadınla erkek o çocuktan dolayı birbirine bir şekilde bağlıdır… Birbirlerinin hayatlarının içindedir. Bu çocuğu istemedi. Bütün bir hayat, istemediği bir çocukla o erkeğin hayatında kalamazdım. O erkeğin de bu şekilde bütün bir hayatımın içine girmesine izin veremezdim…”

Yazar da şöyle yorumlar bu durumu: “Erkek farkında mıdır bilmiyorum ama ‘kolay kolay yapılamayacak bir fedakârlığı, çok az kadının göstereceği bir asaleti esirgemedi’ sevgilisi ondan.”

Doğru karardır yani kadının verdiği. Sonrasında ne yaptı, adamdan ayrıldı mı bilmiyoruz.

Yazar hikâyenin dersini de şöyle yazar:
“Hayat güzel şeyler yapanları, mutlaka güzel şeylere gebe bırakır.
Hülasa genç kadının hayatı, daha büyük mutluluklara gebedir…”


* * *

Kürtaj, vücudun bir bölgesinden doku veya büyümüş bir parçayı almak anlamına geliyor. Curette denen bir aletle yapıldığı için adı kürtaj. En çok da rahimde büyüyen bir parçanın :) alınmasında kullanıldığı için, anlamı daha darmış gibi geliyor.
Oysa zararlı doku kazınır vücudun bir bölgesinden, bunun adı da kürtajdır.
* * *

Kadın doğru bir karar vermiş, bir insanı kendine mecbur etmek, sevgisini zorunlu hale getirmek aşktan, sevgiden çok uzak bir durum.
Her ne sebeple olursa olsun.
Ben de hikâyeyi okurken, sizin için özetlerken, düşünürken şunları fark ettim kendimle ilgili.
Kutlu doğum ayıma giriyoruz yine :)
Ve “ben her bahar âşık olurum” misali, her sene doğum ayımda yenilenmişim ben, kürtajla kurtulmuşum gereksiz her tür asalak duygudan içimdeki.
Kendi içime dönmüşüm, içimdeki bahçenin ayrık otlarını temizlemişim, sakinleşmişim, durulmuşum, önümü görmüşüm, hayata inancımı yenilemişim.
Biliyorum, her şey geçiyor bir gün. En azından bir kadın için. Bir erkek ödemediği/ödeyemediği bedelleri ömür boyu içinde taşıyor, tüm ağırlıklarıyla.
Bir kadın genelde daha cesur davranıp sonuna kadar zorlayabiliyor ve kalırsa içinde “bir sızı kalıyor”…
Başka da bir şey değil…
Aşk mı?
Aşk hep bir köşede hazır bekliyor, sanki dilinin ucunda bir kelime gibi. Ve unutturuyorsun kendine…
Yazarın (üstteki hikâyenin yazarının) dediği gibi, “Bu Şubat’ta aşk sizi bir meçhulde beklemekte…”.
Olup biteni anlatın maillerinizde… Aşk sizi nerede yakaladı? Ya da ıskaladı…
Beni merak ediyorsanız da, “Duygusal Kör” (2) yazımı tekrar okuyun bir zahmet :)




“Hayat güzel şeyler yapanları, mutlaka güzel şeylere gebe bırakır.”




ORTADAN ORTAYA KARIŞIK

* Printer plane ve alabalık maceraları…
Printer Plane oldu onun yazılardaki adı ama ben ona Printer Oak adını koymuştum, daha güzel bir kelimeydi çünkü oak… Ama anlamca yeni lakabı daha doğru karşılıyor onu :)

Bir varmış bir yokmuş, erkeklerin avlandığı, kadınların ütü yaptığı çok klasik bir dünya düzeninde, Printer Plane abi ile Tomurcuk abla’nın yolları kesişmiş.
Printer Plane uzaktan hoşlanmış Tomurcuk’tan. Sonra tanışmışlar, kaynaşmışlar. Printer’in gözünde büyüttüğü Tomurcuk, sıradan head hunter bir yavrucuk çıkmış :).
“Balık severim, ben denizin kızıyım” demiş, gitmiş bir alabalığa vurulmuş. “Beni akşamları oynamaya çağırma, akşamları bizim parkeleri cilalıyorum” demiş, Printer şaşırmış, yoksa külkedisi kılığında bir odalığa mı vuruldum diye…
“Beni kültürel faaliyetlere davet et” demiş Tomurcuk. “Neler ilgini çeker?” diye sormuş Printer Plane.
“Fındıkkıran operası” deyivermiş Tomurcuk.
Printer’ın içindeki bütün hücreler gülmüş buna.
Sonra bilge anlatıcı yazarınız dâhil olmuş masala. Kötü kalpli, mutluluğu çekemeyen, şeytan yaşlı kadın rolünde.
“Yahu, Fındıkkıran opera değildir ki, Tchaikovsky bestelemiştir ve bir baledir” demiştir dayanamayıp.
“İç paket dış paketi, dış paket iç paketi açar” (3), kanmayalım cafcaflı ambalajlara diye dürtmüştür âşıkları…
Dış paketi açan iç pakettir. İç pakette denizden uzak, kuru bir hava varsa, dış paketten ne beklersiniz ki!
Rica ederim okuyucu ısrar etmeyiniz, daha fazla anlatmayacağım, bu masalın sonunu herkes biliyor.

Gidiyorum, birkaç başka şeye takıldım ben…
His yordamıyla tanımaya başlarım çünkü ben bir insanı. İnceliklere takılırım… Upuzun bir akşam boyunca hiç bıkmadan arabanın kapısını açmak, duman molasına vb. gidip gelince, sohbetini bölmeden bir bakışla onaylamak “sağ salim geldin, gözüm yollarda kaldı” diye, bir adım geriden yürüyüp hep yol vermek. İyi şeyleri takdir etmek, sıkıntılı durumlarda sakin kalmak…
Bunlar iyi şeylerdir, aslında harika şeylerdir. Böyle başlayıp da içinden “dana” çıkanları da gördük. Hayatın kırıp büktüğü insanları da. Üzüldük onlar için. Zamanı gelecek onların da… Toparlayacaklar. Printer Plane beni birisiyle tanıştırdı, harika sohbetler ettim onunla. Her biri bir molada, 3-5 dakikalık derin dalışlar yaptık hayata. Ve daha iyi anladım birçok insanı şimdi, mesela AD aslında çok harika bir prens. “Bir doz almadan gelme yanıma” diye takılırdım ona, içindeki harikayı gördüğüm zamanlarda. Sonra sahte sanmıştım. Doz’luyken rüya prensi, uyanınca gel-git’li “dana”… Meğerse içinde gördüğüm gerçekmiş, sadece o korkarmış onu göstermekten. Ah, bu korkular, neler ediyorlar insan hayatına…
Kürtajla onlardan da kurtuluversek şöyle bir…
Ben gidiyorum okuyucu, takıldım birkaç şeye…
“Saçlarından öperim”.
Ah, ne güzel bir hoşça kal…

* Hayvan sevgisi ağır basıyor!
Gecenin bir köründe, bir kanaldaki saçma sapan bir evlilik programına gözüm takıldı. Daha doğrusu kulağım…
Kadının biri 2. eşinden yakınıyor, “at yarışı oynuyor” diye. Bir diğeri “horoz dövüştüren” eski kocasının pişman olduğunu ve onu geri istediğini ama kendisinin yeni bir koca aradığını anlatıyor. Sunucunun yorumu ise “bazen adamların hayvan sevgisi ağır basıyor”. :)
Yok ya, hanım abla :), esas biz kadınların hayvan sevgisi ağır basıyor. Şu öküzlerden, danalardan bir türlü kurtaramıyoruz kendimizi.
Star Wars karakterlerinden Qui-Gon Jinn “Denizde her zaman daha büyük bir balık vardır” diyor. Baksanıza kısmetimiz olacak erkeği bile bir hayvanla özdeşleşmişiz :)

* Bencillik daha evrimleşmiş kişinin özelliğiymiş!
Bazı arkadaşlar :) tarafından “bencil, dik başlı olmakla, kendi cumhuriyetinde yaşamakla, laf dinlememekle” suçlanıp durdum son birkaç yıl içinde. Yakın dostlar değil beni suçlayan… Ayrıca hiçbirini de kabul etmiyorum bu suçlamaların :).
Kimin lafını dinleyecekmişim? Sadece kalbiminkini dinlerim çünkü. Neden bencil olmayacakmışım? Ben’le başlar bütün dünya. Ben yoksam sen yoksun çünkü. Neden dik başlı olmayacakmışım? Daha sevilebilir olmak için mi? Başka hiçbir şeyim yok mu yoksa çok sevilecek? Neden kendi cumhuriyetimde yaşamayacakmışım ki? Cumhuriyet bu, diktatörlük değil. Sen de al gel kendi cumhuriyetini, demokratik, büyük bir ülke kuralım. Allah, Allaaaaah…

Son yapılan bir araştırma beni temize çıkardı. O kadar da kötü ve istenmeyen bir model değilmişim meğerse :)
Harvard Üniversitesi tarafından yapılan yeni araştırma “agresif, çabuk sinirlenen, hiç kimsenin ne düşündüğünü önemsemeyen ve hoşgörüsüz” insanların, evrim basamağında sakin ve yardımsever insanlara göre daha yüksekte olduğunu göstermiş.
Harvard’lı bilim insanlarına göre, yardımseverlik ve paylaşma duyguları “evrim olarak daha az gelişmiş insanlara” has duygular.
Araştırmanın yöneticisi Victoria Wobber’a göre, paylaşmak ve iyi niyet, “evrimsel” olarak, bağların sıkılaştırılması dönemine denk geliyor. Bağlar ve sosyal yaşam sıkılaştıktan sonra da bir sonraki aşama, agresiflik ve bencillik oluyor.
İlişkiye göre yorumlarsak bu araştırmayı, ilişkimize daha ilkel duygularla ve daha ilkel bir seviyede başlıyoruz. Kişisel alan korumasının ve kavgaların başladığı zaman ise evrimleşmeye başlıyoruz! :)

* Forumda fink atan uydurukçulara :)
Gerçek casa teşekkürler sıfatı bulduğun için. Aynen senin tanımlamalarını kullanacağım. Nuriyaaanım ve Sümeyyanım, soyadlarınıza kadar yazınca daha gerçek karakterler olmuyorsunuz. Yemezler! :)
Ayrıca, LA’de doğmuş olmanız lazım demişsiniz benim için, herhalde Golden Globe’lara takıldınız. Ama “Golden Globe seremonisinin” LA’yle alakası yok. Altın Küre ödül töreni, Beveryl Hills’te yapılıyor, bu şehir de California’da. Pardon sizin bilgi kıtlığınıza / dağarcığınıza uygun yazayım: CA’da. :)
İyi veya kötü gelen hiçbir yoruma müdahale etmiyorum. Sildirebiliriz, koydurmayabiliriz. Ama dokunmuyorum.
“Sokaklar daha akıllı ve güzellerle dolu” demiş biriniz. İkiniz de birsiniz ya, hadi neyse :)
Öyledir tabii ki, gelsin buyursunlar, verelim bu köşeyi.
Bekliyorum, bekliyorum, gelen giden yok.
Herhalde Kuruçeşme mekânlarında “kelle” yemekle ya da Nişantaşı sokaklarında “koca/babacık” limitinden alışverişle meşguller. Akıllarını, güzellikleri yolunda kullanıyorlar demek ki.
Teklifim burada. Bekliyorum hanımlar…



İzler
1- Reha Muhtar, Vatan Gazetesi, 31 Ocak 2010
2- “Duygusal Kör”… Haftaya Cuma yeniden yayında olacak.
3- “Duygusal Kör” yazısından bir alıntı…

31 OCAK 2010