22 Eylül 2007 Cumartesi

14- “İki porsiyon mantı. Gümüşsuyu’na”


“İki porsiyon mantı. Gümüşsuyu’na.”
Benim tuzak cümlem bu oldu. Bu tuzağın kaynağı olan yarışma programı ise şu 3 soruyla başlıyor.

“- Arkadaş çevreniz geniş mi?
- Sevilen biri misiniz?
- İkna kabiliyetiniz var mı?”

Bu sorulara hayır diyen, bilmiyorum diyen ve cevap verirken tereddüt eden kimseye rastlamadım, kendim hariç.

Bir süredir tv8’deki (teve 8 okunur) bir yarışma programına denk geliyorum geç saatlerde. Hep ucundan yakaladığımdan konuya hâkim olamamıştım. Adı “Bi iş için lazım”. Çarşamba akşamı 21.00’de baştan sona seyrettim ve kahkahalar içinde.
Size bir görev veriliyor, bir telefon hakkınız var. O görevi yerine getirmek için bir dostunuzu arayacaksınız. İlk yarım saat içinde tamamlarsanız, birkaç milyar kazanabiliyorsunuz. Sonraki 2 saatte tamamlarsanız, kademeli olarak paranız düşüyor. Kendi telefonunuzdan arayamıyorsunuz. Sunucu, hoparlör yerleştirilmiş bir telefon veriyor size ve tüm konuşmaları herkes duyabiliyor.

Mesela sunucu sizi bir alışveriş merkezinin ortasında yakalıyor ve diyor ki, “Yarım saat içinde, buraya bir elma şekeri getirtin”, “Kızıl saçlı birini getirtin”, “Bir arkadaşınız İletişim Fakültesi’nde okuyan birini getirsin”, “İki ıhlamur, bir çay veya bir gramofon, birkaç plak getirtin” gibi görevler veriyor. Yani aradığınız kişiye neden bunlara ihtiyaç duyduğunuz açıklamak için zorlanacağınız görevler… Yarışmada olduğunuzu söyleyemezsiniz ama aradığınız kişiyi ikna etmek için her türlü hikâyeyi yazabilirsiniz.
Katılanlar ise genelde akılcı bir hikâye yazmak yerine, kaprisler ve ısrarlar yapıyorlar. “Yaaa, lütfen getir ama…”
Altta yatan motif kendi değerini ölçmek. O dostluğun içindeki kalibrelerini görmek. Aranan, bu kaprislere ve desteksiz ısrarlara kanmayınca, kişisel bütünlükleri parçalanıyordur, kim bilir?

Tabii bir de işin “dost” kısmı var. Anladım ki, milletçe :) dost açlığı içindeyiz ve farkında değiliz. Bütün bu insanlar, eşimiz, dostumuz, sevgilimiz, kankamız diye çooook yakınlarını arıyorlar ama önce istedikleri şeyin sebebini açıklamak zorundalar. Çünkü aranan “dostlar” ikna olmadan kıllarını kıpırdatmıyorlar. Hatta bazıları “para veririm, lütfen bul getir” dendiği zaman harekete geçiyorlar, ki bu daha da acı.
Bazı yarışmacılar reddedildiği zaman şakaya vuruyor, bazıları “Peki, bakarız” deyip telefonu kapatan ve gelmeyen dostundan vazgeçiyor, “gelmeyecek, yarışmayı bırakalım” diyor, bazıları türlü rüşvetle kandırdığı dostu gelince zafer havasına giremeden seviniyor kazandığına, omuzlarında bir ağırlık, neyi kazandım, neyi kaybettim, bazıları “kesin gelir, beni çok sever” deyip, süre bitince ve kimse gelmeyince sessizliğe bürünüyor, bazılarının da yüzüne kapatılıyor telefonlar ikna olmayan “dostlar” tarafından.
Az da olsa gözlerinin içinde ışıltılarla karşılayanlar var, kalbinde sevgisi, elinde güveniyle “gelen” dostlarını. Keşke daha çok olsalar…

Yarışmanın sonunda, birkaç kişi altını çiziyor dostluklarının, büyük çoğunluğu da üstünü.


En zengin benim!
Sıra bana geliyor.
Duydum zilin sesini, yarışma başladı.
Önce erkek dostu arıyorum. Tam işten çıkıp, maça gideceği saatlerde.

Ben- İki porsiyon mantı, Gümüşsuyu’na.
Erkek dost- Prontobellam, n’oldu?
Ben- Hiiiç. 20 dakika içinde gelmen ve getirmen gerek.
ED- Bir sorun mu var?
Ben- Sorun yok, sadece burada ol lütfen.
ED- Sen iste yeter ki canım, hemen geliyorum.
Ve ben gülmeye başlıyorum, oturup durumu anlatıyorum. Telefonun kablolarına sızıp alnından öpmek istiyorum canım dostumu.

Gece geç saatler…
Sıra kadın dostlardan birinde…

Ben- İki porsiyon mantı, Gümüşsuyu’na.
Kadın dost- What’s up baby?
Ben- İki porsiyon mantıyı, Gümüşsuyu’na getir lütfen.
KD- Aaaaa, aradı mı? Yanında mı?
Ben- Efendim??? Haaa, yok. Sen getir lütfen.
KD- Saat ve koca faktörü var. What’s up baby?
Ben- Ne olduğunu gelince açıklayacağım. 20-25 dakika içinde gelmelisin.
KD- Dur, bir saniye, bu saatte zor bulabilirim. Evde mantı var, pişirip getirsem olur mu?
Ben- Olmaz, acele. Hayat memat meselesi.
KD- Tamam canım, hemen geliyorum. Gümüşsuyu’nda nerede bulacağım seni?

Ve ben gülmeye başlıyorum, oturup durumu anlatıyorum.
Telefonun kablolarına sızıp alnından öpmek istiyorum canım dostumu.

“Alo” falan yok, yeni neslin yaya yaya kullandığı “naaaaber”ler yok, “müsait misin”ler yok. Belki de bunun sebebi bu iki dostumla da meslektaş olmamız. Vakit hep dardır bizim meslekte, söz konusu iş olunca. Ancak sohbete açılan telefonlarda sorulur müsait vakitler.
Güven var aramızda, gözle görülür, seslendirilir bir biçimde. Neden’li, niçin’li uzayıp giden sorgu sualler, “ikna et beni”ler yok. Sevgiyi destekleyen saygı, onun sırtını sıvazlayan değer var. O güven testinde olduğu gibi kendini boşluğa bırakmalar var, diğerinin tutacağından emin olarak… Sadece dostluk var. Hiçbir söze, sese, kanıta ihtiyaç duymayan dostluk. Bunu hissedebiliyor musunuz? Anlayabiliyor musunuz?

Erkek dostum, daimi hayranım, doğruyu saptayan pusulam, kahkaha kırışıklarımın sebebi, can güvenliğim, nazik kavalyem, zevkli alışveriş arkadaşım, hep bir adım yukardan elimi tutan merdivenim, yoldaşım…
Kadın dostum, iç sesim, sessizliğim, teğet ruhum, mükemmel kadınım, hayali suçlara ortağım, göremediğim üç adım ötem, dans partnerim, biyolojik canon’um, yoldaşım…
Kim olduklarını yazmıyorum, hem gerek yok, hem de onların ışıltılı isimlerinin ve kariyerlerinin konumuzla ilgisi yok.
Diğer dost yoldaşlarıma henüz “İki porsiyon mantı. Gümüşsuyu’na” programını uygulayamadım. Tepkilerin ve sonuçların benzer olacağından şüphem yok artık. O dostlarım okuyup da, benden bahsetmemiş, beni programa almamış diye alınmasın.

“Bi iş için lazım” programında seyrettiğim yarışmacılara üzüldüm. Yarışmaya, onların yarışmanın başındaki dik duruşlarına, “beni çok severler” derken emniyette hissetmelerine, sonra dost dediklerinin sadece ortak menfaatler yoldaşlığı olduğunu anladıklarındaki manik ve/veya depresif duruşlarına üzüldüm. Sevgi ve aşkın farkını anlamadıkları gikibi, tanıdığın, arkadaşın ve dostun farkını da anlamadıklarına da…
O yüzden herkes birbirini iki dakikada “aşkı” ilan ediyor, içini hava doldurup doldurup canım cicim diyor, herkes herkesi çok seviyor.

Erkek dostla yaptığım telefon konuşmasına şahit olan bir arkadaşın tepkisine de üzüldüm. Çünkü aslında çoğunluğun sesiydi, söyleyemedikleri sesiydi, dürüst ve yalın. “Çok şanslısınız Selcen Hanım, çok dostunuz var. Hem de çok yakın. Benim bir dostum var, o da dostum mu emin değilim”.
İşte gerçek.
Dostumuz yok, insanlarla “samimi” bir ilişkimiz yok. Evliliklerimiz evcilik, sevişmelerimiz bencil, samimiyetimiz menfaat, hediyelerimiz rüşvet, paylaştığımız kahkahalarımız emanet, gösterdiğimiz üzüntülerimiz tehdit, korkularımız ortak… Yalnızız.
Biz derken siz diyorum aslında Sevgili okuyucu. Biz diyorum yine yalnızlık/yabancılık çekmeyesiniz diye.
Ben zenginim!
Yalnızsınız dostunuz yoksa. Hiçbir şey dolduramaz dost boşluğunu, ne anne-baba, ne karı-koca, ne kardeş…
Peki neden yalnız kaldık?
Nuray İlbars’ın yazdığı gibi dostlarımıza “Olduğun için mutluyum, olmazsan çok üzülürüm” diyemedik belki de. Çünkü kendimize de “Olduğum için/olduğumdan mutluyum” diyemedik.
Kim bilir belki bir gün siz de benim tarikatıma katılırsınız, o zaman bir gün siz de beni arar, “İki porsiyon mantı. Gümüşsuyu’na” der, ne olacak görürsünüz… :)


ORTAYA ORTADAN KARIŞIK

* “Âlemci katiller”
Seri katillere ilgim, eh birazcık da bilgim yakın çevrem tarafından bilinir. Sabah gazetesi editörlerinden Cengiz Erdinç, arayıp da seri katiller üzerine yazı dizisi hazırlayacağını söyleyip, birkaç bilginin üzerinden geçmek istediği zaman, hemen arşivlerime daldım. Aklımda kalanları dışında, bir de röportaj metni istiyordu. Özel bir haberdi, hem benim için (çünkü yıllardır tanışmak istediğim biriyle hem tanışmış, hem de bugüne kadar süren bir dostluğun başlangıcı olmuştu), hem çalıştığım dergi için, hem de gündem için.
Amerika’nın ilk beş profilcisinden (adli vakalarda suçlunun profilini çıkaran kişi) biri olan Richard D. Walter’la yaptığım harika röportajın metnini burada yayınlayamıyorum ama Sabah gazetesinde kaçırdıysanız, Walter’ın kesik bacak cinayetleriyle ilgili haberini okuyabilmeniz, Erdinç’inse profesyonelliğini görebilmeniz için adresi veriyorum.
Yazı dizisinin çıkış noktası olan, 48 saatte 7 kişiyi pompalı tüfekle öldüren yeni seri katil namzetlerimiz için de gayet güzel bir tanım seçmiş Erdinç: “âlemci katil”.

http://arsiv.sabah.com.tr/2006/11/01/gnd122.html

* Salacak’ta herkese açık şarap partisi
AKP’li belediyeler, ilk adımda içkili yerlerin şehir dışına çıkarılmasıyla, şimdi de park, sahil ve benzeri kamuya açık alanlarda içki içenlere para ve teşhir cezası uygulamasıyla eleştiri gündemindeler.
Sahil, park ve benzeri kamu alanlarında içki içenlere Üsküdar Belediyesi’nin uyguladığı 132 YTL’lik para ve belediyenin resmi internet sitesinden teşhir cezası gazete köşelerine taşındı.
Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Deniz Som’un yazısı küçük (!) bir boykota yol açacak gibi.
“Eşimle birlikte, elimde bir şişe şarap ve birkaç plastik bardakla 19 Kasım Pazar günü, saat 14.00’le 15.00 arasında Salacak sahil yolunda Kız kulesi’nin tam karşısındaki büfenin yanında “Sahilde içki içmek yasaktır” yazan tabelanın önünde olacağım.
(…) Şişede kalan şarabı, bize eşlik etmek isteyen olursa onlarla paylaşacağım. İçkisini alıp gelen olursa, onlarla birlikte kadehimi kaldıracağım.
İslamcı partinin Üsküdar’daki belediye başkanı Mehmet Çakır’a sesleniyorum. Gel de ceza kes bakalım! İslamcı hükümetin İstanbul’daki valisi Muammer Güler’e ve polis müdürü Celalettin Cerrah’a da sesleniyorum:”Salacak sahilinde içki içtiğim belediyenin zabıta memurları beni engellemeye ve bana ceza kesmeye kalkarsa direneceğim; zabıtaların yanında polis memuru olursa polise de direneceğim. Direnirken de Atatürk’ün Bursa Söylev’ini okuyacağım”.
Milliyet gazetesi yazarlarından Melih Aşık da, “pek çok okurun o saatte Salacak’ta bu keyifli bir şarap partisinde olacağını” yazdı.
(Haber kaynağı: ANKA)

* Balçiçek Pamir gazeteciyse, biz değiliz!
Ali Müfit Gürtuna röportajı ve Turkuaz hareketinin ilk kez açıklanan A takımı, Sabah gazetesi çalışanlarından Balçiçek Pamir’in başını ağrıtan son numarası oldu.
Önce A takımındaki isimler, Turkuaz hareketiyle alakaları olmadığını söylediler. Belki de Pakize Suda’nın yazdığı gibi (16.11.2006), “erkek adamın öyle renkli hareketlerle işi olmazdı”.
Sonra Gürtuna, topu Pamir’e attı. Pamir ise tam “şecaat arz ederken merdikıpti sirkatin söyler” (1) modelindeydi. Yahuda gibi kendi kendini de ele verdi.

Vatan yazarı Mustafa Mutlu da (16.11.2006) meslektaşlarımız adına şöyle özetlemiş Pamir’in “şecaatini”…

“Balçiçek Pamir dünkü köşe yazısında “Özrüm kabahatimden büyük” dercesine bu röportajın öyküsünü anlattı ve gerçek bir gazetecinin kanını donduracak şu cümleleri sıraladı:“O isimleri röportajda yayınlandığı gibi Gürtuna’ya ben sormadım. Gürtuna, isimleri tek tek bana yazdırdıktan sonra, ‘Şimdi bunları ben söylemiş olursam yanlış olur, siz duymuş gibi sorun ben cevap vereyim’ dedi. (...) Biz bu konuşmayı yaparken odada üç kişi daha vardı. Üstelik onlardan biri bana dönerek, ‘Sayın Gürtuna bu isimleri ilk defa bir gazeteciye söylüyor. Kimler istedi de vermedi. Vallahi çok şanslısınız’ dedi.”
Röportajında “İyi istihbarat almışsınız” diye kendi kendine methiye düzen ve bugün tam tersini söyleyen Balçiçek kardeş:
Bir gazeteci böyle bir tuzağa düşmez, hiçbir tezgâhın içinde de yer almaz!
Sen hem Ali Müfit Gürtuna’nın bu teklifini kabul edip kendine “iyi istihbarat alan” gazeteci süsü vereceksin; hem de iş çetrefilleşince bu pisliği anlatıp sıyrılmaya çalışacaksın!
Bu kadarına sadece “Pes” derim, “Pes!”
Mesleğimiz kimlerin eline kaldı, gazetecilik ne hallere düşürüldü!
Bu insanlara da “gazeteci” diyoruz; objektif haber veya özgür yorum için şehit düşenlere de...
Gazetecilik buysa, ben gazeteci falan değilim arkadaş!”

* Tiyatroya gitmemenin bahanesi kalmadı!
Büyükşehir Belediye Meclisi, İstanbullulara tiyatroyu sevdirmek ve seyirci sayısını artırmak amacıyla Şehir Tiyatroları'nın bilet fiyatlarında yüzde 85'le 87 arasında indirime gitti. Geçen sezon 6,5 milyon TL olan tam bilet fiyatları 1 Aralık 2006 - 1 Şubat 2007 tarihleri arasında 1 YTL olacak.
Çocuk oyunları için 50 YKR, engelli vatandaşlar ve refakatçileri de 25 YKR ödenecek.
Bu fiyatlarla, 13 milyonluk İstanbul’un 400 binlik Şehir Tiyatrosu müdavimi sayısı tavan yapmalı.
Sanat aşkım büyük ama param yok diyenler bakalım şimdi ne bahane bulacaklar!

* Hamile yogası
Yogaşala’da, mom-to-be ile pre-natal yoga kursları başlıyor. Peki nedir bu pre-natal yoga? 5000 yıldan eski metotlarla zihin ve bedeni bir arada tutar bir yoga koludur. Sağlık, canlılık, stresten arınma, duygusal güç ve rahatlama sağlayarak vücudu doğuma hazırlar. Kullanılan nefes teknikleri bebek için doğru miktarda oksijeni sağlar ve vücudun dengelenmesine, sinir sisteminin temizlenmesine yardımcı olur. Anneyle bebeğin bağını güçlendirir.
Dikkat dikkat! Pre-natal yogaya katılabilmek için hamileliğinizin ilk üç ayının tamamlamanız gerekiyor.
YogaŞala Etiler: 0 212 263 24 11 / yogasala.com
Mom-to-be: 0 212 291 74 74

* Cam Ocağı
Cam Ocağı, hayallerini camla şekillendirmek isteyenleri 18 - 19 Kasım tarihleri arasında yapılacak atölye çalışmalarına davet ediyor. Cam üfleme, boncuk yapımı, kalıpla şekillendirme ya da füzyon tekniklerinden birini seçebilirsiniz. İki gün süren 10 saatlik çalışmanın sonunda, camla çalışmanın keyfine varacak, yaptığınız çalışmalarla evinize döneceksiniz.
0 216 433 36 93 / camocagi.org

* Foruma yazanların dikkatine!
sevgili (dikkat dikkat, s küçük) okur-yazarlar, daha önce de yazdığım gibi, sorduğunuz sorulara cevap bekliyorsanız ya mail atın ya da mail adresi bırakın. “Aloooo, n’aber? Tanıdın mı? Bil bakalım kim!” gibi ilkokul oyunları ve vakit kayıplarından hoşlanmadığım için, “Tanımadın mı? Ben 3 yıldız, 5 yıldız. Hâlâ tanımadın mı?” gibi mesaj yazanlardan da hoşlanmıyorum.
Ve tanımıyorum.
Siz 3 yıldız, 5 yıldız…
Ben de 5 yıldızlı pek iyi.
Oldu mu?


TDK Dersleri

* Türkçe Sözlük’ten
Meşakkat (isim, Arapça): Güçlük, sıkıntı, zorluk, zahmet.

Atasözü, deyim ve birleşik fiiller → Meşakkat çekmek: Sıkıntı içinde olmak.
“Elazığ’a kadar çektiği yol meşakkatlerini anlatıyor.” P. Safa.
- Meşakkate katlanmak: Güçlüğe, sıkıntıya dayanmak, göğüs germek.

* Yabancı Kelimelere Karşılıklar
Konsolidasyon: Fransızca konsolidasyon (consolidation) sözü, "Devlet borcunun vadesinin uzatılması" anlamında terim olarak kullanılmaktadır. Dilimizde eskiden "tahkim" kelimesiyle karşılanan bu terim için önerdiğimiz karşılıklar: pekiştirme ve süre uzatımı.

konsolide: pekiştirilmiş, dondurulmuş, uzun süreli
konsolide bütçe: destekli bütçe


İzler
1- “Şecaat arz ederken merdikıpti sirkatin söyler”. Koca Ragıp Paşa’nın sözü. Çingenenin mert olanı kahramanlık diye hırsızlığını anlatır anlamındadır.


17 Kasım 2006

Hiç yorum yok: