7 Aralık 2007 Cuma

40- Yamalı bohça

Biliyorum araya zaman giriyor, sonra siz mailler gönderiyorsunuz, sonra ben cevap yetiştiremiyorum size. Unutuyorum, vakit olmuyor, geç kalıyorum. Yine de anlayış gösteriyorsunuz.
Düzeni bozdum biliyorum, anlaşmamızın dilsiz kurallarını ihlal ettim.
Sevgili Ahmet Demir “Yazılarınızı okumak benim için gerçekten önemli bir hale geldi, düşüncelerimde adlandıramadığım bazı şeyleri yazılarınızda bulabiliyorum. (…) Ülkemizde yaşayan, sessiz ve olanların farkında olamayan çoğunluğa inat yazılarınızda köşe başlarını tutmuş büyüüüüük ustaların (kimilerine göre) yazmaya çekindikleri noktalara değindiğiniz için bir kere daha teşekkür etmek istiyorum” diyor.
Sevgili Mustafa Ulusoy, (yazılarıma yer veren bir başka site olan odaksevgi.biz’in sahibi) “Yazını büyük bir dikkat ve ilgiyle okudum. Ne güzel ve hoş yazmışsın. Hele bir de üslup ve içerik olarak benzeşmemiz de ayrıca sevindiriyor beni. Teşekkür ediyorum bir okuyucun olarak…”
Sevgili Derya Seryaç “Hiç ummadığım bir anda, karşıma çıktınız, karanlığımın içindeki cevapları buldum” diyor.
Sevgili Bahtiyar Kılıç “Kurşununuz boşaldı mı, malum bir tabancaydınız..:))
Bu arada sizin vegan olduğunuzu düşünmüyorum, bence savunma mekanizması bu... Kendinize haksızlık etmeyin. SEVGİLER, "SEVGİLİ SELCEN" (BÜTÜN S’LER BÜYÜK)”.
Sevgili Aydın Bey, Aktüel döneminde yazdığım, kenarda köşede kalmış sinema yazılarına denk gelmiş eski dergileri karıştırırken, üşenmemiş yazmış, haber vermiş, teşekkür etmiş…
Ne hoş…
Sevgili Serra Yılmaz, “Maillerimize cevap da yazmıyorsunuz, yazı da” diye sürekli atmış da atmış mail. İşte cevap Sevgili Serra…
Adını anmadıklarım, unuttuklarım, diğer maillerin arasında gözden kaybettiklerim de alınmasın, zamanla onlara da yer vereceğim.

“Tanınmış sima”
Bayram öncesi Sevgili dostum Krik-Krak’i Kazakistan’a yolcu etmek için havaalanındaydım. Upuzun kontrol sırasında beklerken, polislerden biri beni çağırdı. “Siz burada çalışıyorsunuz, değil mi? Arkadaşlar uyardı, ben fark etmemiştim. Lütfen sıra beklemeyin, buradan geçin” dedi. “Yok, ben burada çalışmıyorum” deyince, mesleğimi sordu. Cevap verip, nezaketine teşekkür edip, milletin meraklı bakışları içinde eski sıramı geri almaya çalıştım, olmadı. Yeniden sıraya girdim. O polis memuru arkadaş diğer arkadaşlarına döndü: “Burada çalışmıyormuş. Gazeteciymiş. Tanınmış sima” dedi. Kulağıma çalınan bu sözler, beni öyle gülümsetti ki.
Yine de beni tekrar çağırıp sıranın yanından kontrolden geçirdiler. İçeri gittiğimde Sevgili Krik-Krak’la durumu paylaştım. Ve onun sayesinde Ahmet Yesevi Üniversite’sinin yeni öğrencileriyle tanıştım. Bundan yıllar önce, ben daha gençken :) Aktüel dergisinde heyecanla haberler hazırlarken, Ahmet Yesevi’de ders verme teklifi almıştım. Düşünmüş taşınmış, sonra o kadar uzaklara gitmenin zorlukları ve en önemlisi de beni Aktüel’de isteyen rahmetli Ercan Arıklı’yı yarı yolda bırakmaktan (ve annemi) üzülüp, sevdiğim başka 2 insanı yarı yolda bırakıp vazgeçmiştim. (Yani 2’ye 2’ydi, zor karardı.)
İlginçtir bu seneki öğrencilere bakarken, bunlar benim öğrencilerim olabilirdi diye düşündüm bir yandan. Bir yandan da onlarla sohbet edip tanımaya çalıştım. Ne ilginçtir ki, gazeteciliği kazananları değil, çevre mühendisliği okumaya gidenleri daha bir uygun buldum “bizim” mesleğe. Sebepler çeşitli ve detaylandırmak gereksiz… :)
Velhasıl Ramazan nuru girdi araya, yine hastalıklar girdi, derken bayram. Sonra Bienal. Şimdi Filmekimi. Yeni mekânlar… Aslında paylaşacak çok şey var, henüz yeterince demlenmediler.
Bir sürü bizi ağır yaralı bırakan olay var, şehitlerimiz, buruk bayramımız, tezkere, ermeni yasa tasarısı, referandum… Basılı basında (hemen telif hakkımı bildiriyorum, kelimeme dokunmayın!) sürekli okuyorsunuz bu konuları. O yüzden biz, bugün hafif konuları söyleşeceğiz, dilimden döküldüğü gibi, elime geldiği gibi akıttım klavyeye. Maksat arayı açmayalım…
Kısa zamanda görüşeceğiz, ya bu Cuma’ya, ya haftaya. Siz elinizi üzerimden çekmeyin.
Bir sürü şey yazıyorum sessizlikte. Çoğunu göndermiyorum, çoğunu yayınlamıyorum, çoğu zaman aşımına uğruyor. Bazıları bir başlıkla, bir alt paragrafla bekliyor, kendi hikâyesinin tamamlanmasını. Siz de bekliyorsunuz. Belki beni, belki hayatınızdaki aksayanların cevaplarını bir başkasının satırlarında bulmayı. Belki kendinizi. Belki bir şeylerin olmasını, hayatın mucizevi bir değnek değmiş gibi bir anda değişmesini.
Yok, durmayın siz. Bir yerden yakalayın kayıp gidenleri, kaçıp gidenleri, size uğramadan sıvışanları.
Haydi…


ORTAYA ORTADAN KARIŞIK

* Tallarmenaintale Grubu
Aylar önce Dişi Mevzular II adlı hoşsohbet ve zihin rahatlatıcı yazılarımın :) (geyik demenin nazik yolu bu) birinde, haftanın blogu seçmiştim onları.
Şu kelimelerle tanıtmıştım size…
“Sözde Ermeni soykırımı hakkında temel bilgi sağlayan bir blog. Ayrıca, Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Türkçe, Fransızca, Almanca ve İngilizce olarak hazırlanan “Ermeni Sorunu – İddialar ve Gerçekler” cd’sinin içeriği indirebiliyorsunuz.
http://realgenocide.blogcu.com/1661188/
Google arama motorundan denk gelmiş ve görmüşler benim koskoca, upuzun yazımın içindeki küçük bir köşedeki kısacık bir yazıyı. Teşekkür etmişler, g@zeteci.tv’yi hem okumuşlar ince ince, hem yer vermişler sayfalarında.
Onlar onurlandıklarını söylemişler yer bulmaktan, bize de tekrar teşekkür etmek düşüyor, vakit ayırdıkları için, omuz verdikleri için, takdir edecek kadar geniş gönüllü oldukları için.
(Bu arada, bu haftanın blogu kendiminkini seçiyorum, şimdiden üzgünüm :) )

* Osman Tan ve Ebru Gündeş
Üzüldüm… Çok üzüldüm. Sevdiğim bir arkadaşımdır Osman Tan. Eskiye dayalı bir tanışıklığımız ve arkadaşlığımız vardır. Benzer eğitimlerimiz, yakın zevklerimiz.
Bu yeni aşkını (!), bu medyatik kültürün dişlilerine takılıp / çakılıp kaldığını okuduğum zaman çok üzüldüm. Benim gibi Francophone olan, bir Londra sevdalısı olan, sanattan, müzikten, fotoğraftan, sergiden, ustaya saygıdan, iyi işe hürmetten anlayan Osman Tan’ın, Ebru ablayla Londra’da müzikal seyretmeye gittiğini okuyunca da çok güldüm. Herhalde bütün müzikal boyunca (şarkıları haydi hariç tutalım) sürekli simültane çeviri yaptı durdu.
Bugünkü Vatan gazetesi nişanlanacaklarını yazmış. Arayıp tebrik edemedim, neşemi saklayamam diye.
Malum Sevgili arkadaşım ömür boyu, hayatı simültane çevirmek için bir anlaşma yapmak üzere…
“My dear beloved wife Ebru, this is a book. About Ernest Hemingway who won the Nobel prize in 1954” (1)
“Ma chérie Ebru, je sais que tu n’as pas lu L’étranger mais Albert Camus a gagné le Nobel en 1957 mais disons son maitre, son éclat Jean-Paul Sartre, père de l’existantialisme, a refusé son Nobel en 1964”. (2)
:)
“Hayatım, bu Ara Güler, benim özel ilgi duyduğum ustalardan biri. Aaaa, söylemeyi unuttum… Kendisi fotoğraf çekiyor.
Bak bu bir İsmet Doğan aynası. Son dönem Türk resim sanatının karışık teknikli ressamı.
Yok yok, Nacar saat markası, sosyetenin gözdesi olan abimiz İsmail Acar…
Aaaa, bak bak, bu shandy. Bir nevi kokteyl. Genelde alkolle soda karıştırılarak yapılıyor.
Hııımmm.. mutlaka tatmalısın, bu “Aubergine dans le lit de Salmon”, yani somon yatağında patlıcan. Aç bakayım…. Hah, al bir kaşık.
İlgini çekti mi bu eser? Hâlâ kimliği hakkında muammalar olan Mehmet Karakalem’in…
Neden bu kadar hainsiz demeyin. Ankara grubumuzdaki Sevgili Yalçın’a söylediğim gibi, “90 yaşında kadar hep tavşan modunda mı kalmayı planlıyordunuz yoksa?” :D

Ve bu aşkın hikâyesi, medyatik dişlilerde çiğnenmeden önce, en eski hikâyelerle başlar…
Mr and Mrs Robinson went to the seaside ve Mireille et Pierre sont les personnages de la leçon audio-visuelle. (3)


1- Sevgili karım Ebru, bu bir kitap. 1954’te Nobel kazanan Ernest Hemingway hakkında.
2- Sevgilim Ebru, biliyorum ki Yabancı’yı okumadın ama Albert Camus, 1957 yılında Nobel kazandı, ama onun patronu diyelim, ışığı, varoluşçuluğun babasu Jean-Paul Sartre, 1964’teki Nobel’ini reddetti.
3- İngilizce ve Fransızce dil eğitimde önemli karakterler bunlar… “Bay ve Bayan Robinson deniz kenarına gittiler.”, “Mireille ve Pierre görsel-işitsel dersinin karakterleridir”.

* Bayan demek alt kültür
Sabahları televizyon kanalları arasında zıplaya zıplaya dolaşırken, magazinci İdil Çeliker’in sunduğu bir programa rastladım. Adını bilmiyorum ama bir fikrim olsun diye seyrettiğim 5 dakika içinde şöyle bir diyalog geçti. İdil hanımın karşısında, adını sanını bilmediğim meşhuuuuur bir kişi şöyle diyor İdil hanıma: “Siz bir baaaa-yan olarak filan şeyi yapmaz mıydınız?”.
İdil hanım da cevap veriyor: “Lütfen bana bayan demeyin, çok alt kültür. Kadın deyin.”
Meşhuuuur baaaa-yan ise “ben kadın diyemem, ayıp. Benim terbiyeme göre bayan demek uygun” diyor.
Ne anladık bu sohbetten? :)
Baaaa-yan lafı alt kültür, kadın demek terbiyesiz bir durum…

Bir başka program.
İnci Doğan diye bir kadın var misafir, Ozan Orhon telefon açıyor yayına. İnci hanım ise onunla sohbet ederken şöyle diyor: “Bir cümle kurmak istiyorum, bana bunları yapanların arasında menajerim de var.”
Kadının hikâyesini boş verelim şimdi, şuraya takılalım: “Bir cümle kurmak istiyorum”.
İlkokul eğitimi yaş ve sınır tanımıyor. Cümle âlem, dilbilgisini canlı yayında test ediyor.

* Tayfun Duygulu ve Esra Ceyhan
Ahhh, ne kadar çok vasat zihin var çevrede. Dayanamadım söyleyiverdim işte. Aziz Nesin haklı, çoğumuz (!) biliyoruz bunu.
Esra Ceyhan’ın akli performansı da, seyircisi de farklı değil. Ön yargıları açık ediyor zihinsel faaliyet seviyelerini.
“Daha önce dünyaya geldiğini iddia ediyor musun?” diye ısrarla soruyor Esra Ceyhan, “biz anlamadık” diyor. Kendisi anlamamış belli, seyircisi de anlamamış.
Tayfun Duygulu’yu, Kayahan’ın damadıyken pek de sevimli bulmamama rağmen, (önyargısız bir biçimde) söylediklerini dikkatle dinledim. Akıllı, kendini iyi ifade ediyor, sakin konuşuyor, sabırlı. Belli ki araştırıyor, merak duyuyor doğa üstü olaylara, parapsikolojiye, dini araştırmalar yapıyor.
Fakat Esra ablam ısrarla anlayamıyor, sözde seyircinin içindeki eksik anlamalara karşı önlem almak için böyle davranıyor ama akıllı seyirci biliyor.
Hani bazen, bazı insanlarla olan ilişkinizi bir şablona oturtursunuz ve o kişinin yaptığı, söylediği her şeyi o şablona yorumlarsınız ya…
Ben Esra Ceyhan şablonunu yıllar önce bir onunla yaptığım bir kapak röportajı sırasında kesinleştirmiştim. Ondan öncesi, hakkında duyduğum bir ton medya dedikodusu vardı ve en komiği ailemin işiyle Ceyhan’ın eşinin kesişmesiydi… Hatta benim Sevgili Amirim sormuştu bana “Kim bu Esra Ceyhan? Bugün onu eşi olduğunu söyleyen biri aradı. Elimizdeki filanca yeri almak istiyor. Sürekli karısının ne kadar tanınmış ve ünlü olduğundan bahsetti durdu. Ben de tanımıyorum dedim” demişti. Ben de “Boşver onu ama satmayalım” demiştim. Ve satmamıştık tabii ki. Amirim aile amiri, ben gizli amir. :)
Neyse yıllar önce ben yine şimdiki gibi kilo alıp 38 olmuşken, sevgili :) Esra Ceyhan’la yapacağım kapak röportajının çekimi için aramıştım kendisini. Önceden bana ölçülerini vermesi gerekliydi ki, moda editörüne onun için kılık kıyafet aldırabileyim. Elleriyle yazdı verdi, gözümün önünde gitmedi hiç. 36 beden diye… Tabii benim kilo almış 38 bedenimden daha fazla durduğundan 40-42 aldırdım kıyafetleri. Yanılmamışım da…
O elyazısı notu ise aylarca masamın üzerinde tuttum, her baktığımda gülümsemek için.
Koskoca bir günü ise fotoğraf çekiminin arasında sıkıştırdığımız, sivri röportaj sırasında içimden gülümseyerek geçirdim. Sonuçta çıkan kapak fotoğrafları beni ziyadesiyle güldürdü.
Hiç gitmez gözümün önünden.
Denk gelirseniz, yeşil eşofmanlı ve peruklu Esra Ceyhan’ı yâd etmek için açın bakın eski arşivleri…
İşte benim Esra Ceyhan şablonum o günden sonra nihai şekline kavuştu.


* Haftanın Blogu
Şimdilik sadece g@zeteci.tv’deki yazılarımı tutan, arşiv görevi gören bir blog… Malum g@zeteci.tv sadece son 10 yazıyı tutuyor. İlerleyen zamanlarda, yıllara yayılan diğer arşiv de taranıp, ayıklanıp eklenecek. Sonra koskocaman olup büyüyünce blog, belki bir internet sitesine dönüşecek. O arada da bu blog tam anlamıyla bir blog özelliği kazanacak.
Haydi bir göz atın…

http://ayseselcen.blogspot.com/


TDK Dersleri

* Türkçe Sözlük’ten
Tarih yanılgısı (isim): Tarihlendirmede yanılgı içinde bulunma, anakronizm.

* Yabancı Kelimelere Karşılıklar
Gag: İngilizce gag sözü "Skeç, revü, eğlence gösterisi vb.ne eklenen beklenmedik gülünç sözler veya durumlar." anlamıyla sinema ve tiyatroda kullanılmaktadır. Bu söz için dilimizdeki gülüt sözü uygun bir karşılıktır.


selcencosmoz@gmail.com




Hiç yorum yok: