22 Eylül 2007 Cumartesi

22- Sahte milliyetçi


Teşekkürler!
Foruma yazanlar, telefon edenler, mail atanlar. Yazımı kullanmak için arayan dergiler, gazeteler de cabası.
Sesinizi çıkardığınız, renginizi paylaştığınız için… Teşekkürler.
Tek bir doğru sesin bile kalabalıktan daha güçlü olduğunu görmek ve sizlerle kalabalıklaşmak çok güç verici.

Bu hafta yine yamalı bohçayız.
Cuma günü ise size daha “hafif” ve eğlenceli şeyler sunacağım. J

Görüşeceğiz!


ORTAYA ORTADAN KARIŞIK

* “Ben Türk’üm dersem, Dink’in ölümünden üzüntü duymamış mı olacağım?”
Akşam gazetesi yazarlarından Şakir Süter, Dink cinayetinin ve İsmail Cem’in vefatının ardından çok güzel bir yazı yazmış. Köşesinin her parçası dikkat çekici, üstelik can alıcı noktalara değiniyor.
“67 yıl, insan gibi yaşayan bir adam… Pırıl pırıl bir beyinle aydınlatan… Zarafetiyle parmak ısırtan, siyasetçiliğiyle örnek olan… Devlet adamlığı ile önünde ceket iliklenen bir kişiliği kaybettik; hepimizin başı sağolsun.” diye yazmış İsmail Cem ile ilgili. Sözlerinin hepsine katılıyorum.
Gelgelelim okur mektuplarına…
Can Dündar’ın arkadaşı Dink’in ardından ağlayan gayrisamimi görüntüsünü mü istersiniz, Yeni Şafak’ın “Hrantımızı kaybettik” başlığının ardında gizlenen taklitçi ideolojiyi mi istersiniz…
Şakir Süter cenazeye katılan kalabalığı ise bizler gibi iyi gözlemlemiş. Aynen ve bütünüyle alıntılıyorum. (kalınlaştırılmış yerler Süter’in seçimleridir)
“Televizyonda Ahmet Hakan, konuklarından TESEV başkanı Can Paker’le konuşuyor.
Paker, ‘yaşanan şer’den bir hayır doğduğuna inandığını söylüyordu:
- Taksim’de bir anda 6 bin kişinin toplanmasını çok manidar, çok sevindirici buluyorum.
Bu sevince biz de ortak oluyorduk ki…
Mesleki kuşkuculuğumuz öne çıktı ve olay günü iki saat içinde Taksim’de 6 bin kişinin nasıl toplandığını araştırdık.
Üzüldük ve Paker’e de üzülerek iletmeliyiz ki, olayın perde arkası çok farklı:
- DHKP-C ile PKK terör örgütlerinin sempatizanları kısa sürede Beyoğlu ve yakınlarındaki sempatizanlarıyla hemen temasa geçtiler. “Katil Devlet” sloganı altında binlerce kişiyi yollara döktüler.
- Topluluğun içinde demokrasi özlemi ile dolu iyiniyetli yurttaşlarımız da var. ama azınlık mensubu Rum ve Ermeni vatandaşlarımız ön sıralardaki “PKK’lıları” fark edip yürüyüşe katılmadılar.”
Zaten cenazede de bu kalabalığı bolca gördük.
Süter, köşesindeki “Hepimiz” adlı bölümde ise son noktayı koymuş…
“Dün, Uğur Mumcu ve Gaffar Okkan’ın ölüm yıldönümleri idi. Ayıptır söylemesi (!) ama… Kendileri Türk’tü!..”
(Haber kaynağı: Akşam gazetesi, 25 Ocak 2007, s: 15, Şakir Süter)

* Sahte milliyetçi mi?
İstanbul Üniversitesi rektörü Mesut Parlak’ın Sabah gazetesinden Balçiçek Pamir’e röportaj, rektörün sivri sözleri sebebiyle ses getirdi, başka bir sebeple değil. Ne demiş? Mesela…
Orhan Pamuk üniversitemde ders veremez. Böyle bir teklif götürmem. Bu milletin, bu birlikteliğin bölünmez bütünlüğünü bozmak adına, bizi bir takım şeyleri yapmış gibi gösterip de dışarıdaki insanlara hoşgörülü, şirin gözükmek adına yapılanlar benim içime sinmez”.
Mesela…
Yaşar Kemal’i de çok severim ama onun da ders vermesi zor. Büyük bir yazar, gerilla lafını ağzından kaçırdığını düşünüyorum”.
İşte böyle gidiyor röportaj. 28 Ocak Pazar günü ise, Hürriyet gazetesinde bir ilan yayınlandı. (Benim gibi ölüm ilanları dâhil, bir sürü gazetenin her tarafını neredeyse bir böcek uzmanı titizliğinde okuyan birinin gözünden kaçmadı tabii :) )
Sayfa 13, hep birlikte okuyalım.
“İlan vermek zorunda kaldık!
Bizler, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyeleriyiz. Halkımızın sağlığı için çalışır, bilim üretir, eğitim veririz. Farklı düşünce ve görüşlere sahip bilim adamları olarak, özgür tartışma ortamlarında ülkemizin çıkarlarını savunuruz. Son zamanlarda, bazı yayın organlarında SAYIN REKTÖRÜMÜZE ve onun şahsında üniversitemizin köklü geleneğine, kurumsal yapısına, bilim adamların kişiliğine ve saygınlığına, kabul edilemez saldırılar olduğunu görüyoruz.
Ülkemizin her türlü tartışma ve eleştirilerin düzeyli bir şekilde yapılmasına en fazla gereksinim duyulduğu bu ortamda, saldırgan ve hakaret içeren yazı üslubunu üzüntü ile karşılıyoruz. Halkımıza saygı ile duyuruyoruz.”
Rektör Mesut Parlak hakkında uzun zamandır “içerden” bir sürü bilgi ulaşıyor “şahsıma” :), birçoğu da olumsuz ve bölücü bir yolda olduğunu iddia ediyor. Daha yakınlardan istihbarat alalım deyip, rektörün yakın olduğu ve birlikte çalıştığı kişileri sorup soruşturunca, hiç de öyle parçala-böl-yoket politikasında olmadığını aksine milliyetçi duygularının ve hassasiyetlerinin “yeterince” gelişmiş olduğunu öğrendim. Bana iletilen, İstanbul Üniversitesi 2006-2007 yılı açılış konuşması kitapçığı da bunu kanıtlıyor aslında. Kitapçık Atatürk fotoğrafları ve rektörün milli çizgideki fikirleriyle “harmanlanmış” (bu fiile çok gülerim, o yüzden tırnak içine aldım) bir konuşma metni içeriyor.
İnsan bu kadar da rol yapamaz herhalde. Bir rektör, bir politikacı veya bir köşe yazarı gibi “milliyetçilik” yükselişte, milliyetçi görünüp tutunayım diye düşünemez, düşünse de bunu başarıyla uygulayamaz. Görev tanımı ve sınırları buna pek izin vermez. Hem sahte milliyetçi pek sık rastlanan bir şey değil, faşist, fanatik olanlarından bolca bulunsa da, yine de çoğunluk samimi milliyetçilerde…
O yüzden bir fikir yolunun sahtesinin, o fikrin keskin uçlarda olanından daha aşağılık bir şey olduğu düşünüyorum. Pek kimse de kendine bunu yakıştırmaz…
Bütün bu olup bitenin içinde bir sorun varsa eğer, o da Mesut Parlak’ın bu “çok samimi” fikirlerini bir rektör olarak seslendirmesi olabilir!

* Aydınlar Ocağı toplantısı
Aydınlar Ocağı Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Erkal, 3 Şubat’taki “Sınırlar Arasında Türk Sorunu” konulu toplantılarına TRT program yapımcısı gazeteci-yazar Banu Avar’ı davet etti. Bir konuşma yapacak olan Avar’a plaket de verilecek. Yaman Cumalıoğlu’nun açılış konuşmasını yapacağı toplantıya davetliyim. Bir aksilik çıkmaz da orada olursam, olan biteni bu bölümde okuyabilirsiniz.

* Polisi alkışlayalım
Perşembe günü (25 Ocak) bu ülkenin polisi bir saldırganı Esenler otogarında 15 kilo patlayıcıyla yakaladı. Bu saldırgan, İstanbul’un iki büyük alışveriş merkezine bomba koymayı planlıyordu. Ülkemizi yine karıştıracak, bir sürü kişinin canına mal olacak, kötü tohumları sulayacak bu organizasyonu zamanında fark eden polisimiz, operasyonunu başarıyla tamamladı. Sabah gazetesi televizyon yazarı Yüksel Aytuğ, olay sonrasında gazeteleri, televizyonları izlemiş, köşe yazarlarını taramış ve “Helal olsun polise” diyen birine rastlamamış. Ve şöyle yazmış Pazar günkü köşesinde…
“Tamam, emniyeti sağlamak polisin başlıca görevidir. Bunun için her zaman alkış gerekmeyebilir. Ama üç paraya hayatları pahasına görevlerini yapmaya çalışan bu insanların arada bir de olsa sırtlarını sıvazlasak olmaz mı? Hele moral desteğe en çok ihtiyaçları olan şu günlerde… Yermeye ve germeye gelince elimizi hiç de korkak alıştırmıyoruz. Peki ya “sevmeye” gelince?..”
Fazla söze ne hacet…
(Tabii korkular ve sevgi üzerine başka bir şeyler de okumak isterseniz... 29 Eylül 2006 tarihli "Korkularımı Korkuttum" yazımın web yolu:
http://www.gazeteci.tv/yazarDetay.asp?GuvenlikID=67O65O73O)

(Haber kaynağı: Sabah gazetesi, Günaydın, s:9, 28 Ocak 2007)

* Kırık bir ego ve yaldızlı ambalajı: Sema Çelebi
Pazar gecesi şu çok bahsedilen Buzda Dans programını seyrettim. Bir önceki bölümü de kısa kısa verdikleri için oldukça fikir sahibi de oldum.
Neden daha önce seyretmedim diye düşündüm, tüm çocukluğum ve ortaokul hayatım boyunca tekerlekli paten ve buz pateni yapmış biri olarak… Betonun üzerindeki güzel dönüşlerimi, buzun üzerindeki dünyanın ayağımın altından kayıp gitmesi hissini özlediğimi fark ettim.
Pazar Sabah’taki röportajını okuduktan ve programda seyrettikten sonra Sema Çelebi’nin kalibresini iyice gördüm.
Bir de -sanırım- Star magazin muhabirine söylediği çirkin sözler ele verdi kendisini…
“Benim senin hayatını bitirebileceğimi düşünmüyor musun? Bak, bu Tayip Erdoğan’ın gazetesi, ben orada köşe yazıyorum” diyor.
Istakoz ithal eden ve sözde cemiyet hayatının ünlü simalarından biri olarak etiketlenen Sema Çelebi… Cemiyetle, altın varaklı sosyeteyi karıştıran magazinimiz onu maalesef daha sınırlı ve aristokrat olan “cemiyet”e mal etmiş. Bir gazeteciyi tehdit eden, cemiyete mal olacak bir soyu olmayan Çelebiyi.
Eksikleri çok ve aşikâr. Neler neler diyor… Partöner diyor sık sık, paratoner gibi. Demek istediği partner aslında. TDK’ya göre İngilizce’den gelen partner eş, ortak anlamında kullanılıyor. Çelebi, herhalde Fransızca yazılışı ve okunuşuyla karıştırıyor. Yine de okuma kurallarından bihaber olduğu kesin.
“Ben hiçbir şey değilim. Normal bir halkım, iş kadınıyım” diye anlatıyor kendisini. Hiçbir şey… Normal bir halk… Eee, kişi kendini bilmeli. J
Neden jüri üyesi seçildiğini de şöyle açıklıyor: “İyi karar veririm ve 20 yıl yurtdışında yaşadım. En sevdiğim spor buz patenidir. Aaa, ne güzel buz kayağı dedim, öyle girdim programa”.
“İnsanlar komplekslerini benimle tatmin ediyorlar” diye bir cümle de kurmuş. Acaba o ne yapıyor komplekslerini? Ayaklarına taş bağlayıp denize atmadığı kesin… Boynuna asıyor dizi dizi, ki biz ona her baktığımızda kendimize gelelim ve şükredelim.

* Kızılay’a gereksiz karalama
Kızılay Başkanı Tekin Küçükali’nin okullardaki Kızılay kollarının canlandırmak için öğretmenlere gönderdiği “öğüt” mektubu tartışma yaratmış. Haberi veren gazete, “Kızılay Başkanı’nın mektubu çalıntı çıktı” başlığıyla sunmuş. Çünkü Küçükali, ABD eski başkanlarından Abraham Lincoln’un oğlunun okul müdürüne yazdığı mektubu alıp üzerinde “küçük değişiklikler” yaparak dağıtmış. Başkanı tanır ve severim, Kızılay için yaptığı, dünyada ülkemizin itibarını yükselten, insanlara yardım eden ama bizim basınımızın yer vermediği çalışmalarını da yakından takip ediyorum.
Bahsedilen mektubu da okudum, yıllarca kopya edebi eserler, kopyalama ve sahtecilik üzerine özel merakım sonucu biraz “geliştim”. Şunu söyleyebilirim, Başkan mektubu aynen kullanmış ve sadece cümleleri edebi havasından çıkarmak için fiil zamanlarını vs. düzeltmiş. Onun dışında her şey birebir aynı. Kopyalayan ve başkasının “özlü” fikirleri, ifadesi üzerinden kendine fayda sağlamak isteyen biri, bunu usturuplu bir biçimde yapar. Fark edilmeyecek ve itibar kendisine mal edilecek şekilde. Oysa mektup çok açık. İyi niyetli düşünelim… Sanırım tek kusuru Abraham Lincoln’un mektubundan alıntılandığının belirtilmemesi. Bunu da başkana değil, işin diğer ayaklara mal etmek lazım.
(Haber kaynağı: Vatan gazetesi, 26 Ocak 2007, s: 5)

* Haydi mektup yazalım, üzerine de kendi pulumuzu yapıştıralım!
PTT’nin 165. kuruluş yılı etkinliklerinden biri de “Kişisel Pul Projesi”. Bugüne kadar 649 kişi ve kuruluş bu projeden yararlanmış ve 625 bin pul bastırmış.
Kendi pulunuzu bastırmak için verebileceğiniz en az sipariş 250 adet. Bunun için 375 YTL ödüyorsunuz.
Detaylı başvuru bilgisi almak için PTT’nin sayfasını ziyaret edin.
http://www.ptt.gov.tr/tr/genel/kisiselpul.html

* Elektronik Türkçe sözlük ve imla kılavuzu
Bu yazının bir reklâm olarak algılanmasını istemediğimden, gazetenin adını vermiyorum. Tirajlarda ilk 10 gazete arasında olan bu gazete, okurları için Dil Derneği’nin hazırladığı sözlüğü özel olarak ürettirmiş. 235 bin sözcük, 18 bin kök sözcük içeren bu elektronik sözlük Türkçe’yi doğru konuşmak ve yazmak isteyenler için bir fırsat olarak sunuluyor. Çok doğru bir proje. Kaç kişi kupon biriktirecek merak ediyorum.

* Türk polisinden kırık notlu karne teslimatı
Bakanlığın bedava dağıttığı, bazı okulların parayla sahte olanını aldığı, üstelik öğrencilerden de para talep ettiği karneler sonunda dağıtıldı. Ve yarıyıl tatili başladı.
Gazetelere yansıyan kırık notlu karne vakaları çeşit çeşit. Kırık notları yüzünden, 245 YTL biriktirip İstanbul’a kaçmak için otobüs bileti satın almaya kalkışan iki kafadar mı dersiniz, yoksa en klasik yönteme başvurarak 1’leri 4 yapan korku dolu sahtekârlar mı… (Oysa o karneler okula geri iade edilecek ve ikinci yarıyıl sonunda tekrar dağıtılacak. Yani sahtekârlığı tüm hocalar görecek. Ama korkunun gözü kör işte.)
Erzurum polisinin uygulaması ise daha hoş. Okul önünde bekleyen polis, karnelerindeki zayıf notlar yüzünden eve gitmeye korkan öğrencilere evlerine kadar eşlik etmiş, ailelerine nasihat edip çocuklarını teslim etmiş. En doğru nasihat ise şu: “Karnedeki zayıflardan dolayı hatayı sadece çocuğunuzda aramayın”.
Önce anne-baba olarak kendi kalbinizdeki kırıkları onarın, sonra çocuğunuzun kalbindekileri. Sıra elbet karnedekilere de gelir…
(Haber kaynağı: Vatan gazetesi, 27 Ocak 2007, s: 14, Aziz Özen)

* İnternette yeni İngilizce-Türkçe sözlük
İngilizce’den Türkçe’ye, Türkçe’den İngilizce’ye çeviri yapan online sözlüklere bir yenisi daha eklendi. Zargan ve Sesli Sözlük’ün ardından, yeni açılan Tureng’de 1.290.240 sözcük bulunuyor. Adresi www.tureng.com
(Haber kaynağı: Medyatava internet sitesi, 26 Ocak 2007)


TDK Dersleri

* Türkçe Sözlük’ten
Gayya kuyusu (isim): Karmaşık işlerin döndüğü yer veya çok çapraşık durum.

* Yabancı Kelimelere Karşılıklar
Reenkarnasyon: Fransızca reenkarnasyon (réincarnation) sözü, "Ruhun bir bedenden başka bir bedene geçerek varlığını sürdürmesi inancı" anlamına gelmektedir. Dilimizde bu kavram eskiden “tenasüh” sözüyle karşılanmaktaydı. Bu gün ise bu kavram için dilimizde “ruh göçü” ifadesi kullanılmaktadır. TDK da bu karşılığı uygun görüyor.

29 Ocak 2007

1 yorum:

Bir Yazar dedi ki...

Yeminli Sözlük sitesini asla gözden kaçırmayın derim. 250.000 Hazır Çevrilmiş İngilizce Türkçe Cümle Sözlüğü. Sözlükçülük yeni bir noktaya taşınıyor Yeminli Sözlük sayesinde! Artık kelime aradığınızda, o kelime ile ilgili binlerce çevrilmiş cümle çıkacak karşınıza!