22 Eylül 2007 Cumartesi

8- BBG - Biri Bizi Google’lıyor!

Beni google’lamış. Ve tam olarak anlayamamış kim olduğumu. Adımda bir hata mı varmış? Yoksa bu isim komple müstear mıymış?
Bu ve benzeri “çatlak” sesli mailleri göz ardı ediyordum ki, Işıl Serer uzun bir mail atmış ve sormuş da sormuş. Hadi yeri gelmişken anlatayım, Işıl Hanım’a ve –varsa- diğer merak edenlere…
Adım tabii ki Ayşe Selcen. Böyle güzel bir ismi uyduracağımı düşünmüyorsunuz değil mi?
Soyadımı bilmediğiniz için beni hakkıyla “google’layamamışsınız” Sevgili Işıl. Hoş soyadımı bilseniz de bulacaklarınız yine benim hakkımda fikir veremezdi.
Benim gerçeğimin yanında nedir ki mekanik arşivlerde saklanan yazılar…
(Burada gülme efekti koymuyorum çünkü gülmüyorum sevgili okuyucu. Siz de gülmeyin, yoksa sevgili okuyucu der aramıza buzzzz gibi bir mesafe koyuveririm. Sevgili okuyucuyu da küçük harfle yazdığıma dikkat çekerim, sizi küçümsediğimden değil, yanlış anlamayın. Hahahaaaa…)

Çünkü 10 yıllık yazı-çizi hayatımın çooook azı internette. Bizim zamanımızda :) internet arşivciliği bu kadar gelişmiş değildi. Bizim zamanımızda dediğim zaman beni Sevgili yazarımız, Nuray İlbars teyzemiz kadar yaşlı sanmayın.
Bakın o takılmış kalmış, yok organlarım yerli yerinde, 36 yaşımla sevgiliyiz, sokaktaki topçu çocuklar abla deyince sevinçten çıldırıyorum falan…

Aktüel’de dört yıl boyunca her hafta “araştırmacı gazetecilik” (tabii bunun uydurma bir tanım olduğunu söylemeliyim, gazeteci doğası gereği araştırmacıdır zaten) namzedi haberlerimi, televizyon maceralarımı, çizgi roman baloncuklarımı, çeşit çeşit dergilerdeki nadide görüşlerimi bildiren yazılarımı, iğneli röportajlarımı, “sıkı” haberlerimi pek bulamazsınız sanal dünyada.
Durun ben bile unuttum kendimi. Hemen bir özgeçmişe göz atalım…
Eğitimim, altın bilezik dillerim, ilgi alanlarım, yurtdışı çalışmalarım, sosyal sorumluluk projelerim, ödüllerim (hatta şımarıklık yapayım, -hakkımız, o ayrı- Daily Telegraph gazetesinden bile), dinlediğim müzikler, seyrettiğim filmler, okuduğum kitaplar, hobilerim, fobilerim ve daha nicesi ele vermez beni.
Ve ben etmez sonunda.
“Ders vermeye başlıyorum tekrar ama solfej vermeyeceğim bu yıl” dedim geçenlerde. 6-7 yıllık o çok yakın bir dostum bile şaştı kaldı, “Ne dersi yahu?” dedi. Onun da yeri geldi anlattım.
Birini hayatınıza alırken özgeçmiş mi istiyorsunuz? İsteseniz bile ne kadar yeterli oluyor bu özgeçmiş? Beni aldınız artık hayatınıza, tepe tepe kullanın, faydalanın yani Sevgili Işıl…
Zaman içinde anlarsınız, tanırsınız, tanıdık bir şeyler bulursunuz. Ya da zaten kanınız kaynamıştır.
Cayarsanız da, okumazsınız olur biter :p.

Yazdıklarım yetmezse, yine iyi bir anıma :) denk gelirse, oturur anlatırım, nasıl başladım, nasıl başardım gibi öykülerimi. Tabii bazılarını internette bulabilirsiniz, sevgili dostum ve adaşım Selcen Doğan Ağakay, internetteki ve Posta gazetesindeki köşesinde ara ara değiniyor bu başarı hikâyelerimize.

Sizi nereden takip edebilirim diye soran, “ah yüzünüz çok tanıdık geldi” diyen, “ben de gazeteci olmak istiyorum” diye gagalayan herkese söylüyorum (yoruldum yazdığım/çalıştığım yerleri saymaktan, göğsüme tabela asıp “gezicem”); artık bu tip sorulara ve maillere cevap vermekten/yazmaktan vazgeçtim, alınmayınız, kişisel de almayınız. “Yemek de yaparım, n’oluurrr yanınızda çalışayım” diyenlere de içim kıpırdamıyor artık. Zayıf anıma denk gelir de stajyer falan alırsak, mutlaka 5 yıllık bağımlılık kontratı imzalatacağım. Emeklerim boşa gitmesin diye… Sonuçta babamızın hayrına yapıyoruz bu işleri, mesleğin püf noktalarını eğlendirerek öğretiyoruz, kara kaplı telefon defterimizi bile hizmete açıyoruz neredeyse, bari uzun vadede gözümüz oyulmasın.

Nereden başladık, nerelere geldik… Asıl söylemek istediğim şudur: sadece adımla buradayım. Tüm kimliklerimden kurtulmaya çalışıyorum kendimi bildim bileli yani hep ve hâlâ. Sonunda Nuray İlbars’ın “Kimlik Lütfen” yazısında yazdığı kavşağa geliyorum ben de sizin gibi… “Çeşit çeşit biri bol, biri dar, birinin rengi rengimiz olmayan, biri uzun, biri kısa, belki birçoğu şahane, bir dolap dolusu kimlik elbiselerimiz olmadan, içinde sadece “ben” olan ve yine kendi “ben”imizle tenlenmiş bir beden. (…) Aslının aynıyız nasılsa! Değil miyiz yoksa?”

* * *

Ramazan havasındayım ya malum, fani işlerden uzağım. Kalp mevzuları da radarımda değil. Hissizleştiğimden değil tabii ki, içime döndüğümden…
Zamanlama hatası yaptım; toparlanma, taşınma, boya, tadilat gibi işlere girişmek zorunda kaldım.
Bir taraftan da spor tekrar girdi hayatıma. Birkaç yıl önce küsmüştüm. En yakın arkadaşlarımdan biri her hafta oynadıkları basketbol maçına, uzundur süren ısrarlarıma dayanamayarak beni de davet etti. Ama kameraman kontenjanından… Çünkü “onlar erkekmiş, sert oynarlarmış”, “ben kızmışım, o yüzden beni hiç çağırmıyormuş”. Davete icabet etmek gerekir dedim, gittim biraz da gönülsüz :). Sahaya çıktığımda, tüm özlediklerimi hatırladım, hele bir de meşin topu elime aldığımda…
Neyse ki kot giymiştim, onların maçı biter bitmez, benim de kameramanlık görevim sona erdi. Biraz top sektireyim dedim… Bu kadar yıl antremansız geçirdikten sonra 10 dakikayı çıkaramayacağımı sanırken, 1 saatlik maç yaptık. Ters turnikelerim ve eğlenceli hücumlarımla, sert neymiş gördüler. Önümüzdeki hafta için ayarlanan Abdi İpekçi tam saha maçına ise “gerçek” bir davet aldıktan sonra oturdum anlattım. (Bu arkadaşım, yazının başında bahsettiğim ders verdiğimi de bilmeyen arkadaşım. İnsanın en yakınındakiler bile tanıyamayabiliyor onu. Bazen birini daha iyi tanımak için iki adım geriye çekilmek gerekiyor, bir tabloya bakar gibi.)

Yıllarca profesyonel olarak oynadığımı, hatta “renklerine gönül verdiğim” takımın genç ekibinde oynarken, A takımının antremanlarına da çıktığımı, sonra geçirdiğim bir trafik kazası sonucu 6 ay yürüyemediğimi, iyileştikten sonra sezonu zor kapattığımı ve zaman içinde tenis, squash, yüzme gibi bireysel sporlara döndüğümü ve basketbola yavaş yavaş küstüğümü anlattım. Tabii onların oyunlarının hiç de sert olmadığını da itiraf etmek zorunda kaldım. Sert oynamak, faul yapmak değil, saldırgan ve hırslı oynamaktır.

Tabii ben ve birkaç takım arkadaşım resmi antremanlar dışında, elimizde topumuz, semt sahalarında maç yaptığımızdan sürekli erkeklerle oynamaya dolayısıyla faullere alışıktık. Erkekler sahaya bir “dişi” çıktığında önce çok anlayışlı davranırlar. Hiçbir turnikeyi kesmezler, hiçbir hücumu tutmazlar, o dişiyle birlikte rebound’a bile çıkmazlar. Bunun iki sebebi vardır, “aman canını yakmayalım”dır, ikincisi ise “nasıl olsa kız, bişii yapamaz”dır. Bu ikisi de bana sökmez!
Hayatta da böyle işlemiyor mu? “Sahaya bir dişi çıktığında” önce rahat bırakıyor erkekler, çünkü ciddiye almıyorlar, nereye kadar gidebileceğini görmek istiyorlar. Sonra yavaş yavaş “iş” ciddileşiyor ve eşitleniyor. Kadınla erkeği, kadın eşitliyor.

* * *

Sonbahar kapıyı tıklatıyor.
İşte ev ödevleriniz…
Önce kendinizin, sonra İstanbul’un hafif yağmurlu, serin günlerinin keyfini sürün. Ramazan’ın ucu görünmüşken, ailenizle, dostlarınızla iftarlarda buluşun, sahurlara sabahlayın.
Âşık olduklarınızla şımarın/şımartın.
Size gönül koyanların önce gönlünü, sonra kendinizi affettirirken de aklını başından alın. Daha sık teşekkür edin.
Küs olduklarınız varsa bayramı beklemeyin, kaynaşın.
Ufacık, mini minnacık şeylerin değerini bilin.
Bir sokak kedisinin başını okşayın, bir köpekle selamlaşın. Emin olun sizi anlayacaklar.
Bir çöpçüye kolay gelsin deyin, küçükken hep yaptığımız gibi nöbet tutan askerlere gülümseyin ve el sallayın.
Oyunlar oynayın.
Anne-babanıza teşekkür edin. Onlar neden olduğu anlamasalar da, siz biliyorsunuz ya! Size verilenler, verilmeyenler ve bir gün verilecekler için şükredin.
Gelişin, geliştirin. En doğru yere, kendinize yatırım yapın. (ORTAYA ORTADAN KARIŞIK kutusuna iki tane ipucu attım. Kolay gelsin.)
Ve hep dediğim gibi yaşamanın nefes almaktan ibaret olmadığını bilin ve “yüreğinizi yettirerek” (1), tüm bedellere göğüs gererek yaşayın.
O zaman yaşlanmayacak sadece yaş alacaksınız.
“Genç olmanın en güzel tarafı nedir biliyor musun? Asla hata yoktur. Yaptığın her şey araştırmadır. Ancak bu şekilde güvenli değil, hakiki bir hayat yaşarsın” (2)

Yoksa siz güvenli bir hayat mı istiyordunuz?
O zaman sizinle kaynaşmayalım…



ORTAYA ORTADAN KARIŞIK

* Paramızın üzerinde bir Kürt devleti var.
Merkez Bankası eski Başkanı Yaman Törüner, 20 YTL’lik banknotun ön yüzündeki dünya haritasında Türkiye’nin güneydoğu bölgesinin görünmediğini yazdı. Atatürk portresi öyle bir yerleştirilmiş ki, Türkiye’nin doğusu ve güneydoğusu Atatürk’ün kulağının altında kalıyor.
“Yabancıların Kürt bölgelerini gösteren haritaları yüzünden Dışişleri Bakanlığı ve milliyetçi çevreler her defasında mücadele verirken, Türk parası üzerinden ülkenin bir bölümünün gösterilmemiş olması ve Türkiye’yi Atatürk’ün kulak arkası ettiği görüntüsünün işlenmesi affedilmez bir hata. (…) Üstelik bu paranın çıkarılışının, Atatürk karşıtlığı ve irtica iddialarının açıkça dile getirildiği AKP iktidarı dönemine rastlıyor” diye yazan Törüner’e cevap YTL operasyonunun mimarı Merkez Bankası eski Başkası Süreyya Serdengeçti’den geldi: “Üzerinde durulacak bir şey değil!”
Paramızın üzerinde, Kürt devletinin ilk adımları… Paramızla toprak kaybediyoruz. Ama endişelenmemeliyiz, “Üzerinde durulacak bir şey değil!”

* Bilgi Üniversitesi’nin programı BİLGİ EĞİTİM, 2006-2007 programına başladı. 75 farklı atölyenin arasında Yazı Atölyeleri, Görsel Sanatlar, Film/Sinema, Plastik Sanatlar, Kültür ve Tarih, Müzik, Dans, Tiyatro, Yaşama Sanatı, Çocuklar, Çağdaş Dans ve Performans Sanatı, Dünya Dilleri gibi, geçmiş senelerde ilgi çekenlerin yanı sıra, pek çok yenilik de sunuluyor.
bilgi-egitim.com / 444 0 428

* Owo’da Dünya Ulusoy’un verdiği Pilates dersleri başladı. Çarşamba günleri yapılan derslere bir aylık paket program olarak katılabilirsiniz. İlgilenenler için 0212 287 99 98 ve owo.com.tr

* İki yeni dergi piyasada. Biri Red adında bir fanzin. Leman grubu tarafından çıkarılan derginin ilk sayısında Perihan Mağden ablamız, medya ilişkilerini çözümlemiş.
İkinci derginin adı ise Aşk. Kapaktaki konu spotlarına göre, erkekler neden aldatır, evli erkekten sevgili olur mu, erkeklerin başını nasıl döndürmeli gibi merak uyandıran :) konulara değinmişler. Eh ben de merak ettim bazılarını ve birkaç yere sordum, utanarak tabii. Sen yıllarca Cosmopolitan’da aşk ve ilişkiler üzerine yaz, sonra git adı Aşk olan dergiyi sor kiosklara. Utanılmayacak şey değil.
Aşk dergisi, her ay bir aşk kitabı hediye ediyor, aşk nedir sorusuna cevap arıyor, âşıklara özel mekânlar öneriyor. Kapakta da milli âşık Pınar Altuğ var. Duyurulur…


SOSYAL SORUMLULUK

* Beta ayakkabı kampanyası
Beta firması Umut Çocukları Vakfı için geçen yıl ilkini düzenlediği kampanyaya devam ediyor. Eylül’de başlayan, Kasım’a kadar sürecek bu kampanyaya katılmak için eski ayakkabılarınızı Beta şubelerine bırakıyorsunuz. Onlar da onarıp sokak çocuklarına dağıtıyor.
betashoes.com / 0 212 671 40 75

* Bedavaya cilt bakımı!
Sadece gönül zenginliği gerekiyor. Makyaj uzmanı ve estetiysen Sahra Güleryüz bedavaya cilt bakımı yapıyor. Karşılığında da birkaç torba erzak veya kılık-kıyafet götürmeniz yeterli. Getirdiğiniz “ücreti” ihtiyacı olanlara dağıtıyor.

* Sanatla ucuza tanışın. Artist dergisi Ekim sayısı gazete bayilerinde ve D&R’larda 1 YTL’ye satılıyor. Kaçırmayın.


TDK Dersleri

* Türkçe Sözlük’ten
buzul bilimi (isim, coğrafya): Fiziki coğrafyanın buzulları ve yeryüzündeki işlevlerini konu alan bölümü, glasyoloji.

* Yabancı Kelimelere Karşılıklar
Zaping: Vurmak; saldırmak; yenmek; hız kazandırmak; hızla, yıldırım gibi gitmek anlamlarına gelen ve ünlem olarak da bir şeyin birdenbire olduğunu belirtmek için İngiliz argosunda kullanılan zapping sözü, “Televizyon kanallarında gezinmek.” anlamını kazanmış ve bu anlamla Türkçede de kullanılır olmuştur. Sözün bu kullanımı yerine önerdiğimiz karşılık: geçgeç.
Zaping yapmak: geçgeçlemek, geçgeç yapmak.



(1)- 29 Eylül 2006 tarihli “Korkularımı Korkuttum” yazısına gönderme
(2)- Nip/Tuck 3. sezondan Erica’nın bir monologu.


HAFTAYA…
Haftaya, polis üzerine konuşacağız. Halkın gözünde polis ve asker imgesine değeceğiz. Çıkış noktamız diziler… Ben hazırlanıyorum, Emret Komutanım, Ah Polis Olsam gibi dizileri seyrediyorum. Polis arkadaşlardan görüşler topluyorum. Demleniyorum…
Siz de görüşlerinizi göndermeye başlayın.
13 Ekim 2006

Hiç yorum yok: