22 Eylül 2007 Cumartesi

25- Gelin kalbime, üşütmem sizi


Büyüyeceğim.
Söz… Büyüyeceğim.
Ama daha çok vakit var.
Zorlamayın beni.
Şimdilik sadece yeni bir yaş daha alıyorum. Biraz daha derinleşiyorum içime doğru. Bir bonzai gibi güdük kalmayışım bundan.
“Işık arayışın seni kör mü etti?” diye soran Quasimodo’ya, “Hayatımı boşa geçirdiğimi ispatladı” diyen Kardinal olmayacağım ben.
Ben (satır başı :) ), ben biliyorum ışığın içimde olduğunu, başka yerde aramıyorum.
Ben biliyorum, ümidin ışığını, sevginin onarıcılığını, aşkın sarılışını, inancın yenileyiciliğini…
O yüzden en çok kendimi özlüyorum. En çok kendime dönüyorum. Yüzümü, kalbimi, gölgemi kendime çeviriyorum.
En çok kendimden özür diliyorum çünkü en çok kendi hakkımı yiyorum. Yaldızlı egoların yanında, ışıklanmamaya çalışıyorum. Korkmasınlar diye ama ben kendimi korkutuyorum. Hayat beni korkutuyor.
Ben en çok kendimi…
Ama bazen her şeye ve herkese rağmen, kendimden başkalarını özlüyorum ben de. Kişisel kalibremin ağırlığı onlar olmasa da. “Gölgesi düştü üzerime. Benim koskoca (!) hayatımın üzerine onun küçücük gölgesi düştü. Hayatının gölgesi bile değil. Kendi aldatıcı gölgesi… düştü… üzerime… Kapalıydı hayatının kapısı. Ne kadar azdı her şey ama kalan ne kadar çok. Ne kadar çok. Ne kadar az şey var paylaşılan ama ne kadar çok özlenebiliyor” (1)…
Zaman sebepleri siliyor herhalde. Şu anda tek bildiğim kendim hariç, tüm sevdiklerimden ayrı olduğum.
Ama büyüyeceğim işte, yoklukta, toklukta… Güneşte, gölgede.
“Biz büyüdükçe acı azalıyor sanki. Ama sonra bir gün ansızın gözlerde, saçlarda, yüz çizgilerinde, ellerde derin, hiç silinmeyecek izlerle beliriveriyor. Çoğu kez de görünmüyor, içimizdeki boşluklara yayılıyor – bir yürek sıkıntısı- bu, gizleri çözülmemiş haritanın hiç adlandırılmamış ülkelerine yerleşiyor. Mutluluksa iz bırakmayacak kadar kısa ve çabuk geçiyor”. (2)
Büyüyeceğim ama izlenmesin hiçbir yerim. Ben saklarım onları boşluklarımda.
Acı azalsın diye büyüyeceğim. Bu yürek sıkıntısı geçsin diye büyüyeceğim. Yukarıdaki sözlerin yazarını yalancı çıkartmak için büyüyeceğim.
Çünkü her yaş aldığımda içime doğru büyüyorum.
Hataları da seviyorum artık, hatalarıyla seviyorum.
Saklanmamak için büyüyeceğim. İnsan ne kadar çok âşık olursa, çok yani, fazla… derin… O kadar çok saklanmak zorunda kalıyor.
Ben çoook âşık olmak ve hiç saklanmamak için büyüyeceğim.
Yoksa siz yaşlanıyor musunuz? Yoksa siz olgunlaşıyor musunuz? Yoksa siz mantıklı mı davranıyorsunuz? Yoksa yıllar sizi silip süpürüyor mu?
Yazık etmeyin kendinize. Doğuruverin her yıl yeni bir sen, yeni bir sen daha…
İçine derinleşiyor mağaram, dışarıya soğukluk vurması bundan.
Yeni yaşımda daha korkusuz olacağım, siz de korkmayın, gelin kalbime, üşütmem sizi…


30 kere teşekkürler! 31 kere maaşallah!
Yoluma çıkanlara, teğet geçenlere, gel-git’lerimin ortasında kalanlara, havaalanında, gece yürüyüşlerimde, kasa sırasında, bekleme odasında, hastane koridorunda, gündelik bir sürü yerde hayatıma değenlere, hikâyelerimin satırlarına sızanlara, karelerimin ortasına çıkanlara, vizörüme girenlere, elime, karnıma dokunanlara, yalnız kalma kaprislerimde saçımı okşayanlara, kapıma “gam merkezi” tabelası astığımda kalbini bana dökenlere, beni hafifletenlere, yolumu kesenlere, beni kazananlara, kaybedenlere, kazandıklarıma, kaybettiklerime, paylaşanlara, bölüşenlere, birlikte nefes alanlara… Gözümün değdiği, gözü bana değen herkese, her şeye...

* Biraz uyarlama…
(American Express’in, Kate Winslet’li reklâmını çok sevdim, üstelik en sevdiğim yer Londra’da, benim de hep gezindiğim sokaklarda geçiyor. Doğum günüm şerefine birkaç sözde oyun yaptım. Orijinalini, merak edenler için, İzler’e ekledim. *)

17 yaşında öldüm, cinayetten hapse girdim.
19 yaşında, meteliksizdim ve kalbim kırıktı.
20 yaşımda hayat beni boğuyordu.
24 yaşında aklımı kaybetmek üzereydim.
28 yaşımda imkânsızlıklar ülkesindeydim.
30 yaşımda hafızamı sildirdim.
Gerçek hayatımda daha fazla dramaya yer yok.
O yüzden…
Doğum günümüz (S.D**) kutlu olsun!


ORTAYA ORTADAN KARIŞIK

* “Köpek gibi sevmek”
Hiç anlamadığım tanımlamalardan biri de bu işte. Köpek gibi sevmek…
Geçen gün, dört ayaklı köpiş kızım (bir de kedi kızlarım var çünkü) arkamdan sokağa fırladı. Ben de kızımın sevgili dostu olan bakkal çırağımız Emin’e, onu eve götürmesini söyleyerek koştum durağa. Gizlenerek atladım taksiye. Fakat kızım beni fark etti ve hiç pes etmeden birkaç kilometre taksinin peşinde koştu, üstelik ben başımı eğip gizlenmiş olduğum halde. Sonunda mecburen aldık onu da taksiye, geri döndük, eve kendi ellerimle bıraktım.
Üstelik ben orijinal sahibi değilim, yeni annesiyim. 4-5 aylık bir aşkımız var yani.
Ben pes etmesem, o etmeyecekti. Köpek gibi sevmek pes etmemek mi? Bu yüzden mi köpek gibi seviliyor? Hülya Avşar gibi anıra anıra mı ağlanıyor? Hayvanlara aşkım büyük ama duyguların yanına bu tanımlamaları yakıştıramıyorum.
Sevgililer günü arifesinde Bülent Ersoy, magazin programlarından birine açıklama yaptı.
“Şu an aşkım yok, ot gibiyim”. Değerini bir adamla ölçüyor yani. Aşk yoksa, insan değil, ot haşmetmeap.
Üstelik “Çok nadir âşık olurmuş, nadir insan beğenirmiş”… Bu da demek ki, genelde ot gibi yaşıyor. Vah vah…
“Sevdiği zaman da köpek gibi seviyormuş”.
Biz adam gibi sevmekle hata mı yapıyoruz acaba?

* Hayvanlara kan bankası
Uzun zamandan beri eksikliği duyulan Hayvan Kan Bankası, Doç. Dr. Murat Aslan’ın yürüttüğü, İ.Ü. Araştırma Fonu’nun desteklediği bir projeyle Veteriner fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı’nda açıldı.
Amaç, bir hayvandan alınan kan örneğinin dört hayvana nakil imkânının sağlanması, böylece kan hem ekonomik kullanılacak hem de acil durumda başvurulacak bir merkez olacak. Banka, tamamen gönüllülük esasına dayalı ve kar gütmeden çalışacağı için duyarlı hayvan severlerin bu projeye destek vermesi çok önemli. Projeye dâhil olmak isteyenlerin köpekleri ücretsiz olarak sağlık taramasında geçirilecek, kan grupları belirlenecek.
(Haber kaynağı: Barınak mail grubu)

* Emniyet mi baaa-yanları sevmiyor, baaa-yanlar mı “emniyeti”?
(BU METİNDE ÜÇ HABER GİZLİ, HAYDİ 10 DAKİKA ARA :) )

İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun, CHP Ordu Milletvekili Sami Tandoğdu’nun yazılı soru önergesine verdiği yanıt, “kadın polis” profilini ortaya çıkardı. 11 Aralık 2006 itibariyle, Emniyet Teşkilatı’nda, büyük bölümü memur olmak üzere, 9 bin 833 kadın polis görev yapıyor. Bu polislerin “sadece” 87’si emniyet müdürü, “sadece” 32’si emniyet amiri, 102’si başkomiser, 216’sı komiser, 88’i ise komiser yardımcısı. 9 bin 833 kadın polisin, büyük çoğunluğu 20-40 yaş grubunda ve 7 bin 772’si evli. (Haber kaynağı: ANKA)
“Baaa-yan”lar mı rağbet etmiyor teşkilata, yoksa teşkilatı mı açığı kapatamıyor” diye düşünürken kendi kendimize…
Tam da bu sırada Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, Emniyet Genel Müdürlüğü’yle ilgili tasarının yasalaştığını bildirdi. (15 Şubat 2007)
Buna göre, bugün 31 bin 247 kadro eksiğiyle görev yapan polis teşkilatına 20 bin kişilik kadronun yolu göründü. Tabii yıllara dağılmış bir şekilde planlanan bu açık kapatma projesinin ne kadarını kadın polisler kapatacak bilinmez. Ama hâlâ biz kadınlar için ümit var.
Nerden mi biliyorum?
Çünkü hâlâ polis olmayı hayal eden kızlarımız var.
“Baba Beni Okula Gönder” projesinden yardım alan kızlarımızdan biri, Nazan, katıldığı “Makina” programında, “Büyüyünce ne olacaksın?” diye soran Okan Bayülgen’e “Polis” dedi çünkü.
Okan Bayülgen ise ilk tepkisiyle toplumun bir bölümünün bilinçaltındaki polis imgesini ortaya koydu: “Sence hayal edilecek bir iş mi yapıyorlar?”
Sonra aklı başına geldi de, hemen toparladı, “Tabii zor şartlarda çalışıyorlar, sen de zor şartlardan geliyorsun, bu yüzden ülkene faydalı olmak istiyorsun herhalde” diyerek.
Bayülgen’in “Polis olunca sana Nazan Hanım mı diyeceğiz?” sorusu ise “bana dolanmış” bay-bayan ikilemine götürdü sohbeti. Bay-Bayan, Bay/Bey derken, Okan abimiz “bey”in daha nazik olduğu kanaatinde olduğunu açık etti. Gelecekte… Polis memuru Nazan Hanım…
Hakkı Devrim ise, polise ilginin üniforma yüzünden olabileceğini söyledi. Artık orasını bilmem…
Fakat “Emniyet mi baaa-yanları sevmiyor, baaa-yanlar mı ‘emniyeti’?” sorusuna yanıt verebilirim. Bence (eh, tabii bence, bkz. foto) emniyet hanımları sevmiyor, ya da kadınları. Yoksa baaa-yanlarla bir alıp veremediği yok. Baksanıza çoğu polis memuru arkadaşın dilinde “bayanlı jargon” var. Bayan ve emniyet ilişkisine gelince, bayanlar emniyete ihtiyaç duyarlar, kadınlar duymaz ama severler emniyeti.
Nasıl aydınlandık mı?
:)

* İNADINA TÜRKÜZ!
Hâlâ güzel telefonlar geliyor. Çok teşekkür ederim. Yazıyı kullanan internet sitelerine de bu teşekkür. Başta da Anadolu Aydınlar Ocağı’na. Çok zarifsiniz hepiniz… İki katı yaşımda olup, “Ellerinden öpüyorum” diyorsunuz, “Sen ölme, biz senin yerine ölürüz” diyorsunuz, hiç üşenmeyip tanıdıklardan bulup ulaşıp telefon ediyorsunuz. Ve mahcup ediyorsunuz… Gönüllerinizden geçeni paylaştığınız için, vakit ayırdığınız için, omuz verdiğiniz için… Teşekkürler.

* Foruma yazanların dikkatine!
Cevap isteyenler lütfen mail adresinizi yazınız demeyeceğim artık, gerekiyorsa, ben de foruma size cevap yazacağım, böylece daha interaktif bir ilişkimiz olabilecek sizlerle. Yalnız aranızdan bazı arkadaşların yaptığı gibi özel detaylı saçmalıklar yazmayınız, hoş olmuyor, o zaman aynen karşılık vermek istiyorum. Alın işte burada bir tanesi… sevgili (bakın s küçük) yıldızlara takık bey, doğru istihbarat almışsınız da, ne “gerenk” var, “bunlar reklâm kokan hareketler”.
Ankara’dan gelen arkadaşlarım da gereksiz yere telaşlandı, “Yok, ben söylemedim buradan kimseye” dedi birisi, diğeri “Ben filancayla konuştum, o anlatmıştır” dedi, derken derken… buldum sizi. Kısa zamanda, Ankara’ya gelince ben, siz de beni kapınızda bulunca istihbaratımın sizinki kadar sağlam olduğunu anlayacaksınız. Hatta daha…
Cumartesi (17) günkü doğum günü eğlencesini veya Çarşamba (21) günkü özel partiyi bulun da gelin bakalım. Hadi size bol ipucu ve açık davetiye! :) :)

“Sen esrarı seviyorsun, gizemi, o yüzden şifreli yazıyorsun” diyen Meda’ya söylediğimi de sizinle paylaşayım, açık yaz diyenlere “manşet olsun” :)...
Ben açık açık yazsam, şifresiz, siz kendi yansımanızı bulmakta zorlanırsınız. Sadece beni görürsünüz, benim yansımamı. Oysa şifreli olduğu için, daha belirsiz, daha duru, daha çok kalıba girebiliyor, daha aynalı yani daha “sır”lı…

* Haftanın Blogu
34 yaşındaki şizofren Andrew’ün 2004 yılında beri yayında olan blog sitesi, tüm hayat hikâyesini içeren bir günlük, kendi deyimiyle, “hayat yolculuğunun günlüğü”. Göz atmak için…
http://4thavenueblues.blogspot.com/


İMZA: Bİ DOST

Pasta-cila ve ...
Başbakan, grup toplantısında uzun uzadıya Kudüs'te yapılmakta olan tünelle ilgili konuşuyor. İki gün sonra İsrail Başbakanı gelecek, bilmeyen yok bunu. Ortak basın toplantısında ana konu yine tünel. Bu tünel, bölgede gerilime neden olabilirmiş. İsrail Başbakanı, Türkiye'den teknik bir heyetin gelip incelemelerde bulunmasını kabul etmişmiş.
Filistin'de evler bombalanıp, yıkılırken de Başbakanın çıkışları olmuş, kimse tınmamıştı. Hamas liderinin Türkiye'ye gelmesi de, beklenmeyen bir tepki çekmişti. O zaman gösterilmeyen hoşgörü, Harem-ül Şerif'teki inşaat için verilen tepkiye gösterilip, içeriye-dışarıya, "Müslümanların sorunlarıyla ilgilenen..." mesajı, icazetli olarak, veriliyor.
Mekke'de, Türkler'den kalan Ecyad Kalesi'nin yıkılıp, yerine gökdelen yapılmasına hiç bir tepki vermeyip de, Ermenilerle ilgili yasaya karşı, Yahudi lobisinden medet umulduğu bir dönemde, Türkiye'yi doğrudan ilgilendirmeyen bir konuda, bu şiddette bir tepki verilmesi ve bunun, bu kadar yumuşak karşılanması, birilerinin "derin devlet" tanımını değiştirir mi acaba?

TDK Dersleri

* Türkçe Sözlük’ten
Kalvencilik –ği (özel, isim, felsefe): Tanrı ile kul arasına hiçbir otoritenin giremeyeceğini, Hristiyanlığın eski sadeliğine dönmesini savunan I. Calvin tarafından ileri sürülen Protestanlığın özel bir kolu, Kalvenizm.

* Yabancı Kelimelere Karşılıklar
Konvertibl: Fransızca kökenli (convertible) bu söz, "Serbestçe dövize çevrilebilir para" anlamında kullanılmaktadır. Bu kelime için önerilen karşılık: çevrilgen.


İzler
1- Bir dergide yayınlanan bir yazımdan alıntı.
2- Kürşat Başar, Konuştuğumuz Gibi Uzaklara
* At 17, I went to prison for murder
By 19, I was pennyless and heart broken
I almost drowned at 20
My mind started to go at 24
Then I have my memory erased at 28
And by 29 I was in neverland
My real life doesn’t need any extra drama
That’s why my card is american express

17 yaşında cinayetten hapse girdim
19 yaşında, meteliksizdim ve kalbim kırıktı
20 yaşında, boğuluyordum
24 yaşında aklımı kaybetmeye başladım
28 yaşında hafızamı sildirdim
29 yaşında imkânsızlıklar ülkesindeydim
Gerçek hayatımda daha fazla dramaya yer yok
Bu yüzden kartım…

** Selcen Doğan

Ayrıca... DOĞUM GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN
Burçin, Meda, Alevya, Dodistilo, Abdullah, Giovanna, Rüstem...


16 Şubat 2007


selcencosmoz@gmail.com

Hiç yorum yok: