22 Eylül 2007 Cumartesi

24- “Non, je n’ai pas oublié”


“Non, je n’ai pas oublié / Bien que ma vie ait changé / Mais le silence est souvent une façon d’aimer / Non, je n’ai pas oublié / Tous ces visages attristés / Mais on n’a pas le droit de sacrifier le présent au passé” (1)
(Şimdiden söyleyeyim, bu yazıyı başkaları :) istila etti, zenginleştik)

Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil (2) diye diye susarsın. Belki gönlümü de razı eder sustururum diye. Sonra zamanı gelir, söz gelir. Aşka…
Gürül gürül akmak istersin, konuşmak ve susmadığın için gönlünü razı etmek.
O muzip tesadüfleri anlatmak, sıradan şeyleri anlamlandıran. Bir nefeste çekip gitmek, bir göz kırpışında kalmaya karar vermek. Her şeyi, her şeyi bir bir anlatmak… Gidenleri, kalanları, gidemeyenleri, gelemeyenleri, değişenleri, yenilenenleri, bilinçaltı kuklası rüyaları, hatta o rüyaları ismini her duyduğunda artık güldüğün o hocanın kitabından yorumlamaları, artık can sıkıcı bir hal alan tesadüfleri, hayatın aynalı, ışıklı, renkli, göz alıcı dönme dolabını…

“Bir sürü işaret vardı büyüklü-küçüklü. Anlatsam güleceğiniz… Anlasam belki de güleceğim.
Oysa şimdi gülmüyorum.
Şimdi bütün öğretiler sığ geliyor, bütün sözcü(k)ler yalancı…” (3)

Ve gönlüne ihanet etme pahasına yine susacaksın. Sustukça küçülecek içinde. Küçücük kalacak, gerçekten olduğu gibi. Özüne dönecek yani o da.
Boğazında düğümlenecek, sesini değiştirecek, kalbine çöreklenecek, dibe çökeceksin, dibine çökecek… Sonra bir gün, kazıyıp atacaksın dibine çökmüş o çöplükleri. İşte o gün seveceksin hatanı.
Hata olduğunu bile bile… Hata onun doğasıydı, eylemi değil diye diye. Hata, kalbindeki dedektör “Yanlış seçim” diye vızıldarken, inat etmekti. Hata, bile bile üstüne gitmekti. Hata, aşktı.

Aniden o Latince söz gelecek aklına, “Hata çok insani bir şeydir, onu şeytani kılan tekrarlanmasıdır”. Derin bir nefes alacaksın, doğru yola geldim diyerek. Hangi doğru yol, kime göre doğrudur sormaktan korka korka. “Pişman mıyım?” diyeceksin onun yerine, cevabın kocaman bir “HAYIR!”.
Kalkıp parçalarını toplayacaksın.
Bütünleneceksin.
Korkularında, korkularınla.
Sonra kalbini ellerinle teslim edeceksin.
“Tanrı için kırık bir kalbi onarmak kolaydır. Yalnız insan onu bütün parçalarıyla O’na verirse”. (4)

Sizi sevmeme izin verir misiniz küçük bay?
Adele Hugo. Büyük bir adamın Victor Hugo’nun kızı Adele. Bir Truffaut filmi. İçe dönük, hırçın, yok edici bir aşkın öyküsü. Kendisini sevmediği “defaatle” söyleyen bir adamın, Teğmen Pinson’un peşinden Amerika’ya, oradan Barbados’a kadar giden Adele Hugo, Pinson’a “eğer beni sevmiyorsan, seni sevmeme izin ver” der. Aşk tek kişiliktir çünkü.
Tek kişi için değildir ama.
Yıllar önce (tamı tamına 14 yıl) bu sözün üzerine “How sick is that?” yazmışsın, şimdi kendin bile gülüyorsun.
Şimdi Adele’e haklı olduğunu söylemek istiyorsun.
Aylardır “Sizi sevmeme izin verir misiniz küçük bay?” başlığını atmak için kıvranıp duruyorsun. Güleceksin çünkü. Evet, evet bay! Hani baaaaa-yan gibi.
Çünkü biliyorsun her şey tek kişilik, aşk da hayat gibi. Ama tek kişi için değil.
Bu başlığı da atsan, uzundur uygun konuyu beklediğin “öküzüm, öküzsün, öküzüz” başlığını da, bir gün birine yapacağım dediğin ölü fare dolu kutuları da göndersen, rezaletler çıkarsan da hep güleceksin. Amaç da bu zaten. Gülmek. Kötülük seni güldürecekse olmalı. Hayatını bir panayıra çevirmenin anlamı bu.

“Yaşanan her şeyin bir sebebi vardır” (5) sözünün gölgesinde eşelendin bulmak için, bulsan anlamlandıracaktın. Sonunda sebeplerden de vazgeçtin. Kozmik, karmik, kuantum-ik… Ne fark eder?

Ah, neler neler istedin? Hep küçük şeylerdi değil mi? Sen büyük şeyler vermek isterken karşılığında hep küçücük şeylerdi istediğin.
Sesindi mesela.
İç sesin, dış sesin. Kalp sesin. Nabzın…
“Herkese kulağını ver ama çok azına sesini”(6). Karşılığında onun dünyasının sesiydi bedel. “Sesini bağışla bana. Dağılan hayatıma bu akşamı bağışla” (7).

Canım ben!
“Ya geri dönecek olursa… Olmaz mı? Ansızın kapı çalınabilir hiç hesapta olmayan bir günde. Yüzünde utangaç, afacan, özürler dolu bir gülümseme. Eskiden çok dinlediğin o şarkıdaki adam gibi bulabilirsin yani onu karşında: ‘Selam, ben yine geldim, sensiz geçen zaman bana çok uzun geldi ve uzaklarda hep seni düşündüm…’ derse. Özlediğini söylese… Hazırlıklı mısın böyle bir dönüşe? Kendine çevirdiğin rotanı nasıl geriye döndüreceksin? Hepsi bir yana yeni gelene sunacak neyin var?
Kocaman bir “ben”.
Kalp meseleleri kalpte halledilir. “Çünkü bir hissin hakkında ancak bir başka his gelir” (8).
Üstelik “öfke saklamaya gelmez, büsbütün içimize işler”di değil mi? (9) Serbest bıraktın çok zaman önce öfkeleri, nefretleri. Elinde sadece sevgi kaldı, aşk kaldı, sen kaldın.

Sevgililer günü geldi. Benim günüm. Ben dedim de aklıma ben geldim. Canım ben!
Ah, hatırlatayım istedim, selam vermeyişim kabalıktan değil.
Sizi tanımıyorum “küçük bay”, çok değiştim! (10)



PS. Yazının ruh halinin dalgasına bakmayınız, anlam ve önemini kavrayınız. “Sözde” Sevgililer Günü geldi. “Bey”iniz, “hatun”unuz yok diye efkârlanmayınız. Sevilen herkes sevgilidir, unutmayınız. Sevginizi paylaşınız ve çoğaltınız.
Hatalar yapınız, kötü günlerde hatırlayıp da yüzünüzü gülümsetecek türden… Doğru yoldan gidiniz, kendi içinizdeki dosdoğru yoldan. İşaretlere uyunuz. Uymayanları uyarınız. Kahkahalar atınız. Dokununuz, sarılınız. Özlediklerinizi arayınız. Nezakete ve dostluğa en büyük primi veriniz. İnceliklerdir günümüzü güzelleştiren.
Haftaya doğum günümü kutlayacağız, unutmayınız :), başka bir konuda yazı da ummayınız. Görüşeceğiz!


ORTAYA ORTADAN KARIŞIK

* Başkaları alır diye korkmasak neleri atardık?
- Bu dünyada sadece iki çeşit felaket vardır, biri amacına ulaşamamak, diğeri ise ulaşmak.
- Aşkta sadık olanlar aşkın yalnızca uçarı yönlerini bilirler; aşkın trajedilerini bilenlerse vefasızdırlar.
- Aşk bile salt fizyolojik bir sorundur. Bizim öz irademizle hiç ilişiği yoktur. Gençler sadık kalmak isterler, kalamazlar; yaşlılar sadakatsizlik etmek isterler, edemezler. Söylenecek söz bundan ibaret.
- Ömürlerinde tek bir kez sevenlerdir asıl sığ olanlar. Onların vefa, sadakat diye adlandırdıkları şeyi ben, ya alışkanlığın verdiği rahatlığa ya da hayal gücünün yokluğuna bağlarım. Zihinsel yaşam tutarlılık neyse duygusal yaşam için de vefa odur: basit bir yenilgi itirafı. Vefa! Bunu incelemem gerekiyor günlerden bir gün. Sahiplik tutkusu da giriyor bu işin içine. Başkaları alır diye korkmasak çoktan atacağımız bir sürü şey var…
Oscar Wilde

* Sevgiliniz mi Fenerbahçe mi?
Fenerbahçe’nin AZ Alkmaar’la oynayacağı maç 14 Şubat’a denk geliyor. Üstelik şifresiz kanaldan yayınlanacak maç tam da yemek saatinde. Fenerbahçeli arkadaşlar, artık sevgilinizi mi sepetlersiniz, Fenerbahçeli bir sevgili mi yaparsınız, yoksa kaderinize mi küsersiniz bilmiyorum. Ben mi? Ben maçı seyrediyor olacağım. Ötesi de sizi ilgilendirmez! :p

* Şu Çılgın Türkler kitabının e-hali
Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkler adlı kitabı birkaç okulda ders kitabı olarak okutulmaya başlamış. Okulların adlarını bilmiyoruz ama henüz kitabı okumadıysanız, işte size dev hizmet!
Lit formatında hazırlanan elektronik kitabı internetten indirebiliyorsunuz. Lit formatı Microsoft’un e-kitaplar için hazırladığı bir format ve Microsoft reader ile uyumlu. (-muş yani)

http://myupload.fr/file/929/sucilginturkler.rar.html

* Yalnızlara Çöpçatan Gazetesi
Sevgililer günü öncesinde hâlâ yalnızım ve bu yıl bu özel ve güzel günü yalnız geçirmeyeceğim diyorsanız, işte süper bir hizmet daha. Bekârları ve dulları hedef kitlesine alan Çöpçatan Gazetesi bayilerde yerini aldı.
Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Semiha Şahin, "Tertemiz amaçlarla çıktığımız bu yolda gayemiz, bundan sonra kurulacak ak-pak yuvaların mimarı olmaktır" diyor.
Yani mutluluğu bir gazete fiyatına satın alabilirmişsiniz. Üstelik yayınlanan arkadaşlık ilanları için okurlardan başka bir bedel talep etmiyorlarmış. Haydi hayırlısı :)

* Olimpos’ta yangın
Gençlerin ve doğal bir ortamda tatil yapmak isteyen yerli-yabancı herkesin gözdesi olan, koruma altındaki tarihi bölgelerden Olimpos “alevlendi”.
Antalya’da Olimpos Milli Parkı içinde kendi özgü barakaları ve ortamıyla tanınan “Kadir’in Ağaç Evleri”nde çıkan yangının elektrikli battaniye yüzünden çıktığı tahmin ediliyor. Tesisin yüzde 90’ının yandığı ama yangının ormana sıçramadan engellendiği söylendi. Özel günden faydalanalım, anıları yâd edelim, Olimpos’a gidelim diyenlerin bilgisine!
(Haber kaynağı: Akşam gazetesi, 8 Şubat 2007, s: 13, Bülent Tatoğulları - Hakan Özgenç)

* Ayrılanlar için kitap desteği
Akşam gazetesinin Brunch ekinden Ece Arar, ayrılanlar için yara bandı hizmeti veren kitapların en yenilerini derlemiş köşesinde. Kendini etiketleme çağındayız ya, bu akımın önde gelenlerinden, kendisini “ilişki oyunları gurusu” ilan eden İlhan Uçkan ablamıza para kaptırmamak istiyorsanız, bu kitaplara bir şans verin.
- “Sona Eren İlişkinin Ardından Yeniden Toparlanmak”. HYB Yayıncılık tarafından basılan kitabı, Dr. Bruce Fisher yazmış, Sema Eren çevirmiş.
- “Ayşegül Boşanıyor”. Çocukluğumuzun Ayşegül serisine bir yenisi eklendi. Ayşegül de bizimle birlikte büyüdü de boşanıyor. Elini çabuk tutmuş yani…
İletişim Yayınlarından çıkan kitabı, Arzu Çur yazmış.
- “Erken Akıllan, Geç Yaşlan”. Tam olarak bir ayrılık kitabı olmasa da, kişisel gelişim ve barış üzerine yararlı ipuçları sunuyor ve pek tabii ayrılık, terk etme, özgürlük üzerine ahkâmlar kesiyor. Remzi Kitapevi’nden çıkan kitabı Elvan Demirkan yazmış.

İMZA: Bİ DOST
CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin 22 Aralık'ta Milli Savunma Bakanının yanıtlaması istemiyle dört soruluk bir önerge verip, Irak'ın kuzeyindeki Süleymaniye kentinde konuşlu askerlerimize karşı yapılan gözaltına alma eyleminin hangi gerekçe ile yapıldığını sorar. 31 Ocak'ta verilen yanıtta, "Üçüncü sorunun ABD yetkililerince cevaplandırılmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir." denir.

Beklenen yanıt, Radikal gazetesi aracılığı ile 5 Şubat'ta geldi. Neşe Düzel'in sorularını yanıtlayan ABD Dışişleri Bakanlığının eski bir çalışanı olan Henri Barkey, Süleymaniye'deki Türk askerlerinin Kerkük valisine suikast yapacaklarının öğrenildiği için böyle bir olayın olduğunu açıkladı. Üstelik oradaki askerlerimiz, böyle bir işe kendi başlarına kalkışmışlar. Ankara'nın haberi yokmuş!

Kızıyoruz mızıyoruz ama, kibar(!) adam şu Amerikalılar. "Buradaki adamlarınız bi işler çeviriyor" deyip, Ankara'yı rahatsız etmemişler. Ellerini ateşe sokup, kestaneleri, bizim adımıza(!) toplamayı göze almışlar. Bir sürü sorun varken, resmi görüşmelerde bu konuyu açıp bir sorun daha çıkartmamışlar. Eski de olsa, bir çalışanları aracılığıyla (şeffaflığa da dikkat çekerim) gerekli açıklamayı yaptılar, yani "şam'da kayısı" durumu.

Gerçi "yersen, rafta dolma da var" diyenler olabilir. Onlara hoşgörüyle bakabilirim de, "Türk Silahlı Kuvvetleri'nde üstlerinden habersiz böyle bir işe kalkışacak kimse bulunmaz, bizim askeri disiplinimiz böyle bir şeye izin vermez" diyenleredir sözüm: "Siz 'satır aralarını' dikkatli okuyorsunuz galiba..."


TDK Dersleri

* Türkçe Sözlük’ten
Medya Maydanozu (isim, hakaret yollu): Televizyonlarda sık sık programlara katılarak kendinden söz ettiren kimse.

* Yabancı Kelimelere Karşılıklar
Think-tank: İngilizce think (düşünme) ve tank (sarnıç, depo, tank) sözlerinden oluşan bu birleşik kelime, “Çeşitli konularda düşünce üreten uzmanlar grubu” anlamıyla son zamanlarda sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Bu söz için önerimiz: beyin takımı.


İzler
1- “Hayır, unutmadım / Hayatım değişmesine rağmen / Ama sessizlik de bir sevgi biçimidir / Hayır, tüm o üzgün yüzleri unutmadım / Ama geçmişi bugüne kurban etmeye hakkımız yok” Enrico Macias.
2- Fuzuli
3- “Oysa şimdi gülmüyorum” yazısından alıntı.
http://www.gazeteci.tv/yazarDetay.asp?GuvenlikID=68O72O67O
4- Oscar Wilde
5- Gabriel Garcia Marquez
6- Shakespeare
7- Cezmi Ersöz
8- Peyami Safa- Yalnızız romanından
9- Montaigne
10- Oscar Wilde

09 Şubat 2007

Hiç yorum yok: