24 Aralık 2009 Perşembe

71- Yoğurtçu, sütçü, PR’cı…

PR’cılar kimler acaba?
Önce Cengiz Semercioğlu, sonra Ayşe Özyılmazel yazdı ve Ayşe ablamız da hemen bir tanım yapıştırdı, aynen yoğurtçu, sütçü gibi: PR’cı.
Bütün yazı boyunca da sürekli pr’cı aşağı, pr’cı yukarı. İyi, tamam, anladık, konuştuğun dilde yazıyorsun da, imla kuralları, meslek etikleri gibi şeyleri düşünmüyor musun?
Yoksa severdim ben Ayşe ablayı, okumuşluğum var yazılarını. Hatta birkaçını sevmişliğim bile var. Üstelik bu “PR’cılar yüzünden telefonumu değiştirdim” başlıklı yazısında (06 Ağustos 2009) söyledikleri de doğru. Hepimizin başındaki derttir, işini yapmaya çalışan fakat özel hayatın sınırlarının farkında olmayan ve mesai saatlerinin esnekliğinin ısrarla zorlamaya çalışan halkla ilişkiler uzmanları.
İtinayla delirtirler sizi. Önce mail atarlar, sonra attıkları maili alıp almadığınızı kontrol etmek için telefon ederler, hatta aramışken bir daha anlatırlar konuyu size telefonda. “Tamam” dersiniz, “anladım”, “yazıyı kullanabilirsem kullanacağım”, “haber yaparsam ararım sizi”, “davete gelebileceksem gelirim”…
Fark etmez.
Yine ararlar. Davet günü için teyit isterler. Ayşe ablamızın dediği gibidir durum: “Gece saat 10, Pazar sabahı saat 9 demeden düşüncesizce gelen PR’cı telefonları beni bezdirdi.”
Ama iyiler var aralarında, işini iyi yapan demiyorum sadece tabii ki, insani sınırlara özen gösterenler demek istiyorum.
Ben son aylarda artık gazete, dergi uzantılı iş maillerime de bakmıyorum. Eskiden de pek bakmazdım ama bir asistan okur, seçer gönderirdi onları ayrı bir maile. Önemli basın bültenleri, şahsi mektuplar atlanmamış olurdu böylece.
Oysa şimdi hesap ettim, en son Haziran ayında kontrol etmişim gazete, dergi uzantılı mail adreslerimi…
Eee, ben de sessiz protesto ediyorum. Ayşe ablam izindeyiz. 
Ben uzun zaman önce hallettim “PR’cılarla işimi”. Bana 2-3 mb’lık mailler atan her bir arkadaşa mail atarak, “bu e-posta adreslerinde önceliğin okuyucunun ulaşması olduğunu söyleyerek, yüklü eklerle gönderecekleri e-postaları sadece metin olarak göndermelerini, fotoğraf gerekirse benim onlardan talep edeceğimi” yazdım. Zaman içinde işe yaradı, artık mail adreslerim kilitlenmiyor. Sürekli telefonla rahatsız edilmiyorum çünkü benim menfaat ilişkilerinin had safhada olduğu basın gezilerine hiç gitmediğimi öğrendiler. Memnun kalmışsam yazarım, kalmamışsam, kalmadığımı yazarım. Bu da öğrenildi. Dolayısıyla rahatım.


ORTADAN ORTAYA KARIŞIK

* Hayatının kıstası benim!
Babaannem hayatını bana göre ayarlıyor. Ben kahvaltı ettiysem ediyor, dinleniyorsam uyuyor. Kendisi yemek yerken boğazından geçmiyor, hemen soruyor: “Selcen yedi mi?”.
Kendi oğlunu, gelinini, kocasını bana göre tanımlıyor.
Oğlum demiyor, “Selcen’in babası” diyor, gelinim demiyor, “Selcen’in annesi” diyor, “Selcen’in büyükbabası, arkadaşı, kedisi, köpeği” her şeyin ölçüsü benim yani.
86 yaşında.
Yüzü beni görünce gülüyor, “hayatımın anlamı” diyor. Ne güzel geliyor insana.
Bitmedi aşkımız yıllardır. Hiç kimse yokken, ben ordaydım.
Hiç kimse yokken, o oradaydı.
Ah bir de hayata bakışımız aynı olsaydı.
“Datundan yinmez” olacaktı aşkımız.

PS. Birlikte tatildeydik babaannemle, uzundur rafa kaldırdığımız belgesel projesine devam ediyoruz yavaş yavaş. Anlatıyor eski günleri, Selanik’i, Atatürk’ü, Makbule Hanım’la alışveriş seanslarını…

* İffetli kadınla neden evlenilmiyor?
Bir Eda Taşpınar-Nurettin Hasman çözümlemesi 

Nurettin Hasman ve arasında yaş farkı olan kıtır ikoncan sevgilisi Eda Taşpınar ayrıldılar. Bunun arkasından da Taşpınar’ın sörf hocası Bora Kozanoğlu’yla ilişkisi yazıldı çizildi. İnkâr ettiler. Ayrılık sebebine gelince, Eda sürekli “Nurettin’e sorun” dedi. Hasman da konuşmadı.
25 Ağustos tarihli Hürriyet’te Taşpınar’la Kozanoğlu’nun evlenecekleri haberi çıktı, yanında da Hasman’ın sözleri. Üstelik başlığa bile çıkarmışlar.
“İffetli kadın sanmıştım”.
Peki iffetli kadın sanmışsın, 6 yıl yanında taşımışsın da neden evlenmedin?
Kız da seni bırakıp kendi yoluna gitti.
Birisinden ayrılınca ister 1 hafta, ister 1 ay sonra bir ilişkiye başlamak iffetsizlik mi?
Tabii, ayrılık arkasından aylarca acı çekeceksin, bunu da göstereceksin, moloz kendi değerini yine senin üzerinden anlayacak. Ondan sonra istediğini yapmakta özgürsün, tabii o acının ağırlığını üzerinden atabilirsen.
Taşpınar, 6 sene beklemiş. M-adam evlenmemiş. Kız da genç ne yapsın, sonuçta evlenmek, yuva kurmak, bir çocuk sahibi olmak istiyor. Bunda kınanacak bir şey yok.
Yeni koca adayı Kozanoğlu ise şöyle anlatmış durumlarını: “Her şey bir anda oldu. Kendimi çok iyi hissediyorum (Aşk böyle bir şey işte). Aşkın süresi ve zamanı olmaz. İki gün, bir gün, bir saat… Eda ile evlenme kararı aldık. Ailelerimize açıkladı. Evlilik planları yapıyoruz ve evleneceğiz”.
Sen askıya alırsın, bir başkası tapusunu alır.
Bu kadar basit.
Sonra da “iffetsiz kadınmış” diye söylenirsin kendi kendine…

* “Ameliyatla ressam oldu!”
Haberin başlığı da tam olarak böyleydi. İngiltere’de şiddetli baş ağrıları ve baygınlığın ardından, 15 doktorun katıldığı 16 saatlik ağır bir ameliyat geçiren Alan Brown (49), ameliyatın ardından çok beğenilen resimler yapmaya başladı. Daha önce çöp adam bile çizemezmiş! Şimdiki hedefi ise, ünlü bir ressam olmak.
Uzmanlar, beyinde meydana gelen bazı hasarların farklı etkilere yol açtığını ve beyindeki “yetenek” ya da benzer merkezleri etkilediğini tahmin ediyorlar.
İlginç değil mi?
Sır çözülürse, herkes ameliyat karşılığı istediği yeteneğe kavuşur. Ve sonra kader/karma gibi kavramların üstü çizilir…

* Sinek kovucu, sinir sistemine zararlıymış!
Fransa’da Kalkınma Alanında Araştırma Enstitüsü’nde görevli Vincent Corbel ile Angers Üniversitesi’nden Bruno Lapied, birçok böcek kovucunun içinde bulunan “deet” adlı kimyasal maddenin nörotoksi olduğunu açıkladı. Corbel “Bu maddenin merkezi sinir sistemi için çok önemli olan asetilkolinesteraz adli enzimi engellediğini de saptadık” demiş.
Neymiş, öyle bacaklarına sinek kovucu spreyler sıkanlar, evde prizde sürekli takılı böcek ilacı bulunduranlar bir daha düşünmeli…


NE DEMİŞ?
—Yalnızca bir türlü aşk vardır ama görüntüleri binlercedir.”
—Aşk aranmaz da, bulunmaz da. Birden bire içine düşülür.”

İskender Pala, son kitabı Katre-i Matem için verdi röportajda Aycan Saroğlu’na böyle söylemiş (HT, 11 Nisan 2009)


NE YAPMIŞ?
“1001 Gece” dizisinin başrol oyuncuları Halit Ergenç, Bergüzar Korel, Tardu Flordun ve Ceyda Düvenci, Kuveyt’teki hayranlarını ziyaret etmiş ve Al-Rai televizyonunda canlı yayınlanan bir programa konuk olmuşlar. Ben de uzundur yazacaktım, aldığım notların arasında kalmış, aklımdan da tamamen çıkmış. Geç olsun güç olmasın dedik  (ben, keyfim ve kâhyam), yazdık.
Bir de imza günü vardı: 3000 kişi katılmış. Arap basınının yoğun ilgisiyle karşılaşmışlar. Ben hepsini televizyondan izledim. Ve çok sevindim, bu dört oyuncu harika temsil ettiler bizi. Nezaketleri, güler yüzleri… Bir de hepsinin akıcı konuştukları İngilizceleri… Vardı bir-iki küçük kusur ama heyecanlarına vermek lazım, herkesin başına gelir. Hepsi de şakır şakır konuştular ya, bravo valla!

NE OLMUŞ?
Amerika’daki favori mağazalarımdan BestBuy Türkiye’ye geliyor. Kardeşim alıştırdı beni de. Önceleri internetten sipariş veriyor, gittiğimde orda evimde kapıda buluyordum aldıklarımı. Sonraları mağazanın içine girmeden edemez oldum. İndirimler, kazandığın puanlar da cabası. Geek Squad da (bir nevi inek ekibi, yani konunun uzmanları) iyi çalışıyor, elektronik her tür sorununuzda yardımcı oluyorlar.
Şimdi Türkiye’ye geliyor “mavi tişörtlüler”. İlk şube İzmir’de. Ali Saydam yazmış, BestBuy’ın eleman arama ilanlarını bir “pazarlama iletişim aracı” haline getirme başarısını.
Kara kuru bir İK ilanı yerine, www.buistebiisvar.com adresinde kampanya başlatmış ve “Bu İş’te Bi İş Var” diyor adamlar.
Sitede iki erkek, bir kız üç genç karşılıyor, ziyaretçilere 3 soru soruluyor, bu 3 genç de farklı cevaplar veriyorlar, siz doğru cevabı verdiğini düşündüğünüzün üstüne tıklıyor, soruları doğru cevaplayarak bitirdikten sonra da, online iş başvurusu yapıyorsunuz.
İstanbul şubesini şimdiden heyecanla bekliyorum.

selcencosmoz@gmail.com



16 Eylül 2009

Hiç yorum yok: