23 Aralık 2009 Çarşamba

58- Bir tek ŞİMDİ

“Aynı ihtimallerden ben de korkmuyorum desem, sana yalan söylemiş olurum... Ama o ihtimalleri seviyorum da... Anı yaşa, günü yaşa. Etraf, etrafındakiler senin için senden önemli olmasın. Ben fren yapsam, sen de bana çarpsan ve takip mesafesini kaybetsek! Kendimiz için yaşasak...” (1)

Erkek böyle diyor, susup kalıyorsun.
Aklın 5 yıl önceki bir ana kayıp gidiyor. Aklın ihtimallerin peşine takılıp kaçıyor.
Duygularımı denklere sarıp içimde bir yerlere yerleştirdim diyorsun, artık ne olduklarını, neye benzediklerini unuttum, zorlamayın beni.
O ihtimaller peşini bırakmıyor. Sanki sen onların peşini bırakıyorsun da.
Yine işaretleri okuyorsun...
Yine anlamaya çalışıyorsun her şeyi.

“Hepimiz, bizi duymayan birine bir şeyler anlatmak isteriz. Kaybolanları, kaybettiklerimizi... Küçük işaretlerin neleri değiştirdiğini...”(2)
Değiştiriyorlar mı sahi?
Ya aniden gelen bir huzur taşıyıcısı? Ordu arazilerindeki frekans bozucu...
Ya yeni bir atamayla gelen kaderin cilvesi? Sherlock böcek...
Ya meşin yuvarlağın götürdüğü kale? Çocuk masumluğum...

Küçük işaretleri okumayı bilmeseydim, neler anlardım bu şifrelerden diyor bir iç ses...
Sonra bir kahkaha atıyorsun, kendi kendine duvara çarpıp duran.
Cahit Sıtkı’nın şiirleri için söylediklerini senin kulağına fısıldıyor Avrenos meyhanesindeki o adam, senin için: “Sen acı çeken bir ruhun sahte neşesiyle donatılmışsın”.

Çıplak kaldığını hissediyorsun, ya o ihtimaller için düşündüklerini de anlarlarsa?
Ya başka bir gün, başka bir meyhaneden çıktığın akşam, kısacak bir an için ellerinde tutmaya çalıştığın o huysuz güvenlik duygusunu yine istediğini anlarlarsa?
Ya acaba yolumu onunla mı yürümeliyim soruların cevap bulursa?
Ya yap-bozunun eksik parçası oysa?
Sen sadece şimdiyi yaşayıp yarını da istersen?
Ya “sizin” yüzünüzden başkalarının hayatları senin katranlı dehlizlerine benzerse?
Altından kalkabilecek misin bunların?
Göğüs gerebilecek misin?
Yoksa sonuna kadar susmayı mı tercih edeceksin?
Ya “Akdeniz insanıyız biz, aşkları da, sevişmeleri de çığlık çığlığa yaşarız biz” diyene ne diyeceksin?
“Sen şeffafsın, o yüzden tek başına değilsin hayatta” diyen dostuna?
“Tam bir Sisifos efsanesini yaşıyorum, 2 sene oldu ve sonunda bir gün o dağa çıkartacağım o kayayı” diyerek umudunu mu korumaya çalışıyorsun?
Aslında zerre kadar kalmayan o uçucu efsunu...
Neyi bekliyorsun?
Birilerinin sana “Bu yanlış değil, sen özgürsün ve bu senin sorunun değil” demesini mi? Peki ya sen kendine bunları söyleyemiyorsan?
Becerikli bir mitoman olmayı mı öğrenmek gerekiyor?
Yoksa kendi tasmalarını çözmek mi?
Aklına hep takılı kalan 3 görüntü var, 3 his...
Hepsi de “onunla” ilgili olması dışında, hiçbir duygu taşımıyor, hiçbir yere götürmüyor seni.
Yine de sıkıca tutunuyorsun onlara.
Her aklına geldiğinde o günkü gibi hissediyorsun.
Sonra kendini zorladığında, neredeyse her anı hatırladığını fark ediyorsun ve hep nasıl hissettiğini.
Arkana bakmadan kaçmak istiyorsun, bu korku da eklenmemeli bünyene.
Kaldıramazsın.

Ya bu korku seni özgürleştirirse?

“Aşkla korku hep yan yana yürür. Gecenin karanlığında, sabahın ıssızlığında. Günün sıradanlığında.
El ele. Kol kola.
Aşkla cesaret de dip dibe yürür. Gecenin karanlığında, sabahın ıssızlığında. Günün sıradanlığında. Göz göze, omuz omuza.” (3) diye yazmıştın ya... Sadece korku hükmediyor bana artık diyorsun ya da o kadar çok şey yığılmış ki omuzlarına, aralarından sıyrılıp, sorunları temizleyip, yoluna ve onun getirdiklerini göze alarak devam edemiyorsun.


İçim çürüdü diyorsun, artık duyguları bile kopyalayıp yapıştıramıyorum. Yine de o imlası eksik kelimeyi duyduğunda ondan, bir mesajda gördüğünde samimi olduğunu düşünüyorsun.
Sana iyi geldiğini de...

Kendimi kaderin ellerine bırakmalıyım ve o kaçınılmaz an gelene kadar (gelirse) hiçbir şey yapmamalıyım diyorsun.
İlk kurduğun cümle bile bir kesinlik içeriyor, “gelene kadar”, sonra aklın yazdırdı o parantezi, o ihtimali...
Yoksa feleğe mi teslim etmeliydin kendini? Felek fırıldaktır, belirsizdir ve belirsizliğin de meraklandıran bir gizemi vardır. Oysa kader yazıdır, bilinmese de, kesindir.
Ve kaderin şükrettiren ve bekleten bir keyfi vardır.

Alice gibi tavşan deliğinden içeri süzülmek...
Beş dakika ara’yı beklemeden, ileri sarıp hayatının devamını görmek...
Etiketler yapıştırmana, adını koymana gerek yok.
Peşine takıl.
Peşine takıl.

Kaderin peşine takıl.
Hayatın peşine takıl.
Kendi peşine takıl.



Şimdiyi isteyip yarını yaşa.
Sadeleştirip, ayıkla sadece.
Yarını isteyip, şimdiyi yaşa.

* * *

Bir tek şimdi.
Ve belki sadece.

Bir tek yarın.
Ve belki sadece...

* * *

Artık kendi karanlığımla konuşmayacağım diyorsun. Üçüncü kattan düşmek, 100. kattan düşmek kadar acıtır. Düşeceksem, yüksek bir yerden düşmeliyim diyorsun.

Hâlâ mırıldanıyorlar...
“Bir tek şimdiyi istediğinde hep senin olacağım. Şimdi aldığın nefesin son nefesin olabileceğini gördüğünde, son nefesime kadar senin olacağım. Giderayak olduğumu, giderayak olduğunu, giderayak olduğumuzu görünce gitmez olacağım”.
(4)

Ellerinde çırpınıyor o huysuz güvenlik duygusu.
Hem onu istiyorsun, hem göz alıcı, göz boyayıcı, göz korkutucu heyecanları.
Çok derinlerinden gelen, o çok sevdiğin adam* “İkisini de alabilirsin” diyor.
“Kendime açıklamaya çalışıyorum.
İkisine de sahip olabilirsin diye.
Etrafta “hayır” diyen kimse yok ki.
İkisine de sahip olabilirsin.
İçimdeki bu küçük, utangaç çocuğun beynini kim yıkadı?
O ikisine de sahip olabileceğini bilmiyor.”


Sahi küçük işaretler bir şey değiştiriyor mu?
“Sen acı çeken bir ruhun sahte neşesiyle donatılmışsın” diyorlar sana da.
Bir kahkaha atıyorsun.



Ben her şeyi istiyorum.
Her şeyi.
Her şeyi.
Her şeyi.





Giderayak olduğumuzu görünce gitmez olacağım...






İzler

1- Gerçek mesajlardan oluşturulmuş kolaj bir konuşma.
2- "Tanrı bağışlamayacak bizi"- Ahmet Altan
3- Merdivenli Mektuplar yazısı.
http://www.gazeteci.tv/yazarDetay.asp?GuvenlikID=64O68O66O70O
4- Cem Mumcu
* Morrissey


29 Ağustos 2008

Hiç yorum yok: