24 Aralık 2009 Perşembe

65- “Anneanne doktor çıkacağım”

Nefise Karatay abla Adli Tıp Kurumu’nda takılıyormuş!
Haber kaynağı Habertürk ama Medyatava’dan okudum. Aynen şöyle diyor:
“MAT dizisinde rol alacak olan Nefise Karatay, psikolojik destek alıyor. TRT’de ekrana gelecek dizide bir polisi canlandıracak olan Karatay, nerdeyse tüm vaktini Adli Tıp Morgu’nda geçiriyor: ‘ Bu dizide sürekli ceset görüntüleri olacağı için şimdiden alıştırma yapıyorum’.”
Şimdi tutalım bir ucundan haberi…  Psikolojik desteği nasıl alıyor Nefise ablamız? Ve pek tabii ne için? Adli Tıp Kurumu morguna giderek alıyorsa, vay haline, daha da bozulup çıkmasın. Hem tüm vaktini morgda geçirebileceğini pek sanmıyorum. Biz elimizde Adli Tıp Enstitüsü’nden izin kâğıtlarıyla gittik, yine de bir ton sorgu sual. Şahsıma denk gelmedi, o ayrı. Malum ben, keyfim ve kâhyam olarak ekip halinde gittiğimizden, daha bir zengin duruyoruz herhalde.
Velhasıl otopsi, ham bünyelere ağır gelen bir işlem. Görüntüsü bir yana, kokusu da işliyor insanın burnuna. Kesiyorsun, biçiyorsun, ölçüyorsun, tartıyorsun. Biri asmış kendini, sızılanıyorsun, 40 günlük bir bebek ölmüş, üzülüyorsun, bir başkası bıçaklanmış, meraklanıyorsun, bir başkası zehirlenmiş, bir başkası yanmış…
Bir başkası, bir başkası, bir başkası…
Böyle sürüp gidiyor hikâyeler, dosyalarına bakmadım, onları yaşarken düşünmeyeyim diye. Sadece inceledim, ölçtüm, biçtim. Birçok insanı tiksindiren o organlar bir kere daha hayranlığımı alevlendirdi. Allah’ım ne muhteşem yaratmış bizi. Kalp ne de güzel bir organmış. Bir emboli peşinde, dilimlenirken organlar, benim tek düşündüğüm, “Ne muhteşem, ne muhteşem, ne muhteşem” oldu.
Bembeyaz önlüğüme de sıçradı biraz kan. Biliyorum kimin olduğunu…
Otopsi operatörleri Yunus abi ve Ali abi “Eh, bir daha sen dikersin” demezler mi? Gözlerim ışıldadı.
Birçok okur bilir et yemediğimi. Bilmem neden, 10 kişilik grupta maskesini çıkartan bir ben vardım, bir de A.T.*
Şaşırmış arkadaşlar bu kadar dibine girip de baktığım için.
Her gün gitsem, giderim, öyle garip bir cazibe.
O kadar soğukkanlı olan ben bile, önceden düşünmüştüm, herhalde biraz etkilenirim diye.
Nerdeeeeeee?
Çıkar çıkmaz, açlıktan kurtlandığımı hissettim. Zaten saati de gelmişti. Hemen bir patates kızartması… Hem de tek başıma. En sevdiğim eşlik zaten: Ben, keyfim ve kâhyam. (Teşekkürler Nuray, daha da zenginleştirdiğin için).
Ne rüyalarıma giren birisi oldu, ne lokmalar boğazımda kaldı.
Ben size demiştim zaten.
“Oysa, ne kadar acımasız olduğunu saklamak için koyuyorsun paravanını.” (1)
Sonuçta zaten bu dünyadan göçüp gitmişlerle iş yapmak daha kolay.
Zor olanı İhtisas Kurulları.
Şimdi günlerce üzerine yazılıp çizilen Üzmez saçmalığını bir kenara bırakalım.
İhtisas Kurulları’nda karşınıza kanlı-canlı insanlar geliyor, hocalar soruyor size, siz çekirgelere: “Söyle evladım, ne görüyorsun bu vakada?”
Siz orda o kocaman bir oda dolusu insanın karşısında ayakta duran, belki ruh hastası taklidi yapan, belki gerçekten bir suçtan zarar gören ve hakkını aramaya gelen, belki bir suç işlemiş ve sıyrılmaya çalışan o insanın gözlerine denk gelmeden, “Kulağının doku bütünlüğü bozulmuş” gibi kulağa Türkçe gelen ama aslında bilmeyenlerce tam da anlaşılmayan bir takım tanımlar yapıyorsunuz.
İşte zor olanı bu!
Sonra kurul başkanının sesi duyuluyor kocaman odada: “Çıksın!”
Ve asistanlar “kişiyi” çıkartıyor huzurunuzdan.
Kalıyorsunuz, kendinizle, vicdanınızla baş başa.
Haydi yine sizinki zor değil, ya o hocalar, o raporlara imza atanlar.

“İlkokulda mıyız yahu?”
Dönemin başından beri zor geçen derslerimizden birinde…
Zorluğu da hocanın olumsuz mu olumsuz, mutsuz mu mutsuz havası, bakışları.
Sanki ağzının içinde bir limon…
Sanki bir adam, silinip giderken onun hayatından, hatıra bırakmış ona o limonu.
Ya da çekingen durduğu, kıyısından durup, tam da içine dalamadığı ve onu içine almayan hayat hediye etmiş o limonu.
Sebebi ne olursa olsun. Bizim kahkahaların ardına gizlemeye çalıştığımız kendi irili-ufaklı mutsuzluklarımızı da kanatan ve havaya yayılıp herkesin üstüne sinen bir mutsuzluk.
Dayandık, dayandık geldik son derse.
Haydi sonrasını bir başka zaman anlatayım…
Daha dikenlenecek konu .
“Kızım yıllardır bıkmadın şu cinayetlerle uğraşmaktan, ya haber yaparsın, ya okur durursun” diyen anneanneme de konuyu şöyle özetledim de, yüzü güldü:
“Anneanne, doktor çıkacağım. Hem de en katranlısından. Ölü doktoru!”

selcencosmoz@gmail.com


ORTAYA ORTADAN KARIŞIK

* Cosmopolitan “Ortaya Karışık” köşesi
Cosmopolitan dergisinde, bir yıldır yazdığım “Ortaya Karışık” köşesini Ocak ayında göremeyip de bana mail atan okuyuculara borcum olan açıklamayı da buradan yapayım.
Mekân eleştirisi, gece hayatı dedikodusu, popüler kültür törpüsü olan o köşe, adını bu internet gazetesindeki köşeden almıştı. Zaten, son 2 yıldır, dergilerde, internet sayfalarında/gazetelerinde yazdığım tüm köşelerin adı aynıydı: Ortaya Karışık.
Bu adı da Sevgili Büyükannem Meldâ Kaptana koymuştu. Fahri büyükbabam İlhan Koman’ın ilk eşi. Türk resim-heykel sanatına çok farklı, çok özel katkısı olan bir insan. İlk galer’ist’lerden kendisi. Üstelik sanat herkese ulaşabilsin diye taksitle satışları da başlatan kişi.
Moda evinden galeriye çevirdiği mekânının adını da koyan Muhsin Ertuğrul.
Bu çok değerli hayata değeceğiz bilahare ve asude bir biçimde.
Şimdilik konuyu başladığımız yere bağlayalım.
Cosmopolitan’a bir süre yazmayacağım, en azından “duygusal” sorunumuzu çözene kadar. Sonuçta hissi bağımız 15 yıl öncesine gidiyor. O kadar eski ahbabız yani.
Temelli bir ayrılık değil bu, kısa bir tatil.
Endişelenmeyin…

* Yeni köşe fotoğrafı
Malum site sahibi arada “uçuruyor” beni  Eh, ben de hem yönetici, hem yazar olmaya yetişemiyorum bu aralar. Eh, bir de doğum günü ayıma girdik. Yakında başlayacak şenlikler…
Neyse bu seneye farklı bir giriş yapalım dedim, tekrar dönüşümün şerefine köşe fotoğrafımı değiştirdim.
Bir de diğer “çıtır” yazarların baktığı yöne bakmak istemediğimi belli etsin istedim.
Aslında bu imla hatalarına bulanan, duygu karmaşalarında savrulan yavrularımızla aynı yola gelmemizin daha çok zaman, emek, deneyim ve eğitim alacağını belli edelim istedim satır arasında. Eh, tabii bir de bazı şeyler var, geldiğin yer, ailen, terbiyen, görgün gibi. Ya vardır, ya yoktur. Ve kapanmayacak bir farktır.
Kırmızım hepinizin gözünü alsın…

İzler
* Bilir Sevgili (S büyük) okuyucum, izin al(a)madığım zamanlar, isimleri açıktan yazmaz, ilk harflerini kullanırım. Sonuçta, halka açılmış kişiler değil bahsettiklerim!

1- Duygusal Kör


06 Şubat 2009

Hiç yorum yok: