18 Ağustos 2008 Pazartesi

45- Merdivenli Mektuplar

“Uzun bir yolculuğa çıkar gibi duygularınızla düşüncelerinizi denklere sarıp da içlerinizde bir yerlere mi yerleştirdiniz, bir gün yolculuk bitince açmayı mı düşünüyorsunuz aslında yolculuğun hiç bitmeyeceğini ve denklerinizi hiç açmayacağınızı bilerek...” (1)

Yolculuk hiç bitmeyecek.
Kıvrıla kıvrıla, kıvrana kıvrana aşağıya inen bir merdiven gibi içinizde uzayacak basamaklar…
Teker teker adımlayacaksınız onları. En derine ulaşırsam, belki gerçeği bulurum, belki saf olanı diyerek basacaksınız.
Denkler yaptığınız duygularınız ve düşünceleriniz sırtınızda ağırlaşacak… O denkler size denk gelemeyecekler bir türlü. Atmak isteyeceksiniz yolun bir yarısında, yollar arayacaksınız onlardan kurtulmak için.

“Kaçmak istemiyor musunuz, şöyle rahatça bütün duygularınızı, bütün düşüncelerinizi söyleyebileceğiniz bir diyara, kendinizi bile yanınıza almadan.
Ah aslında ben onu seviyordum diye ağlayacağınız kimleri saklıyorsunuz koynunuzda?” (2)

Bir şairin kelimelerine, bir roman kahramanının duygularına, bir tiyatro repliğine, bir şarkı sözüne sığınıp da söylemek istediğiniz ne?
Sonra yazılıp da gönderilmeyen elektronik mektuplar biriktiriyorsunuz. Bir gün bu hislerle barışırsam, bir gün neden böyle hissettiğimi anlarsam, bir gün yüreği yüreğime sokulursa, bir gün diğerlerini yenersem, bir gün öteyi görürsem diye diye bir köşede içlerini çürüttüğünüz, asla sararmayan elektronik mektuplar...
Ve kendi içlerinde kıvrıla kıvrıla, kıvrana kıvrana inen merdivenleri olan mektuplar.
Sarmala dönen kelimelerinizi saklayan mektuplar.
Hitapsız başlayan, elvedasız biten mektuplar.
Bir başkasına değil de sadece yazdığınız kişi okuduğunda anlayacağı şifrelerle donatılmış, bir başkasına dümdüz mektuplar.
Hiçbir varış noktası olmayan, bir şey beklemeyen, bir ümide kapılmayan, bir yargıya varmayan mektuplar.
Neden yazıldığı bilinmeyen mektuplar.
Tam da bir Attila İlhan kadını gibi mektuplar.
“Ne ‘erkekler’ sevdim zaten yoktular” diyen…
“Gerçek değildiler birer umuttular (…) Ne adamlar sevdim zaten yoktular / Böyle bir sevmek görülmemiştir / Yalnızlıklarımda ellerimden tuttular (…) (3)

Sahibinin sesi dışında herkesin sesi olan mektuplar…
Kimin sesi olduğu tam da bilinmeyen mektuplar…

Mırıldanan…

“Refahın da, aşkın da gözdesi cesur olandır” (4)

Sayıklayan…

“ Kişi ancak kalbiyle bakarsa doğru görebilir, esas olan göze görünmez” (5)

Esas olanın peşinde elektronik harfler diziyorsunuz ardı ardına, kelimeler etsin, kelimeler de bir şey anlatsın istiyorsunuz. O başkasına değil, en başta size.
Bilmek istiyorsunuz çünkü, bu kaderin, bu karmanın şifresini anlamak…
Ve yazıyorsunuz.
Hitapsız başlayan, elvedasız biten mektuplar.
Hiçbir varış noktası olmayan, bir şey beklemeyen, bir ümide kapılmayan, bir yargıya varmayan mektuplar.
Neden yazıldığı bilinmeyen mektuplar.

“ Biraz önce eve bıraktın beni. Ve şimdi ben en iyi bildiğim şeyi yapıyorum.
Yazıyorum.
Çünkü seninle ilgili geldiğim yolu biliyorum. Sana geldiğim yolu biliyorum. Yolumun devamını göremiyorum oysa. Sis kaplamış her tarafı. Sisin içinde beliren başka insanlar. Korkutucu… O yüzden hep dönüp dönüp arkama bakıyorum. Sanki bir anda geri dönüp kaçmaya başlayacakmışım gibi geliyor. Çünkü sisin içine adım atmak ve kendim de bir siluet olmayı göze alarak devam etmek korkutucu.
Çünkü seninle ilgili geldiğim yolu biliyorum. Sana geldiğim yolu biliyorum. Kendime vardığım yolu biliyorum.
Sen olsan ne yapardın? Merak ediyorum cevabını…”


Aşkla korku hep yan yana yürür. Gecenin karanlığında, sabahın ıssızlığında. Günün sıradanlığında.
El ele. Kol kola.
Aşkla cesaret de dip dibe yürür. Gecenin karanlığında, sabahın ıssızlığında. Günün sıradanlığında. Göz göze, omuz omuza.

Hani alkol ölçmek için sizi hayali bir düz çizgide yürütürler ya, yolunuz aşka düşünce, o hayali çizgiyi tutturmaya çalışa çalışa sendelersiniz, ilerlersiniz…

“Aşk korkuya peçedir, korku da aşka perde” (6)

Hep bilmek isteriz. Ne olursa olsun bilmek. Ne şekilde olursa olsun. Kendi süzgeçlerinde, başkası için ancak varsayımlarda bulunabilen akıl, bir başkasıyla ilgili bir karar söz konusu olunca apaçık bilmek ister. Bilmek, karar vermek ve yoluna devam etmek.
Kürşat Başar’ın dediği gibi “Belirsiz bir mutluluktansa, belirli bir mutsuzluğu tercih edebiliriz”. Sınırları bellidir çünkü. Oyun alanımızı apaçık görebiliriz. Mutsuz da olsak…
Oysa Lao Tzu “Acele karar vermeyin” der, “Karar, aklın durması demektir. Karar verdiğiniz yerde durur aklınız, artık ötesine gitmez, gelişmez”.

O yüzden yazarsınız.
Cevapları bulabilmek için, kararları görebilmek için, olan biteni anlayabilmek için.

Bir gün bu hislerle barışırsam, bir gün neden böyle hissettiğimi anlarsam, bir gün yüreği yüreğime sokulursa, bir gün diğerlerini yenersem, bir gün öteyi görürsem diye diye bir köşede içlerini çürüttüğünüz, asla sararmayan elektronik mektuplar...
Yazarsınız.
Ve kendi içlerinde kıvrıla kıvrıla, kıvrana kıvrana inen merdivenleri olan mektuplar.
Sarmala dönen kelimelerinizi saklayan mektuplar.
Hitapsız başlayan, elvedasız biten mektuplar.

Hiçbir varış noktası olmayan, bir şey beklemeyen, bir ümide kapılmayan, bir yargıya varmayan mektuplar.
Neden yazıldığı bilinmeyen mektuplar.





1- Ahmet Altan
2- Ahmet Altan
3- Attila İlhan’ın Böyle Bir Sevmek şiiri. Şiirin “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular” dizesindeki “kadınlar” kelimesi “erkekler / adamlar” olarak değiştirilmiştir.
4- Ovid
5- “On ne voit bien qu'avec le cœur, l'essentiel est invisible pour les yeux. » Saint Exupéry, Küçük Prens
6- Necip Fazıl Kısakürek

Hiç yorum yok: