18 Ağustos 2008 Pazartesi

46- Cehennem Başkalarıdır

Nerden tanımaya başlarsınız bir insanı?
Nasıl anlarsınız, içinde yatanları nasıl dökersiniz ortaya?
Hangi ucundan tutup ruhunu kendinizinkiyle ölçersiniz boyunu?
Nelere dikkat eder, neleri göz ardı edersiniz?

Yoksa o kadar benziyorsunuzdur ki birbirinize, göz ardı mı edersiniz, bütün başka her şeyi, onu da yanına katıp?
Ya da kendi içinize bir böcek uzmanı titizliğinde araştırmalar yapması için saldığınız antenleriniz sadece kendinizi mi tanır, kendi hamurunuzdan yapılma?

Korkar mısınız size benzemesinden?
Sevdikleri, güldükleri kadar, kırıklarının da benzeyeceğinden…
Yaralarınızdan tanışacağınızı düşünüp kaçar mısınız arkanıza bakmadan ama kaçtığınızı da ona çaktırmadan?

Tanıdıklarınızı ayıklarsınız mı yoksa, zaman zaman, mevsim dönümlerinde, temizlik yapar gibi.
Perdeleri yıkar gibi, açıp, döküp ortaya telefon fihristinizdeki isimleri, kışlık-yazlık, verilecek gibi ibarelerle atar mısınız ortaya, başkaları alsın diye?

Yoksa sevdiklerinize, tanıdığınızı sandıklarınıza veya gerçekten tanıdıklarınıza sonuna kadar tutunur musunuz?
Değerlerini bilerek…
Veya…
Çöpünden bile ayrılamayan bir zavallılık içinde…

Nerden tanımaya başlarsınız bir insanı?
Gülümsediğinde yanağının şeklinden, hararetle bir şey anlatırken ellerini savurmasından, gözlerini kısarak size bakmasından, bir garsonla konuşmasından, bir gazeteyi tutuşundan, siz kalktığınız an ayağa kalkmasından, çantanızı taşımasından, arabanın kapısını açmasından, “bye” değil de “hoşça kal” demesinden, konuşurken sık sık adınızla seslenmesinden, sigarasını yakmasından, dostlarıyla sohbetinden, tanımadıklarıyla iletişiminden, can sıkıcı bir durumu ele alışından, hayvanları sevmesinden, sanata meyilli olmasından, kitap okumasından, boyundan, postundan, eğitiminden, kılığından, kıyafetinden…
Mi?

Sevdiklerinden, kırıklıklarından, sesini kullanmasından, kalbindeki şefkatten, siz onun sınırlarını zorladığınızda aldığı munis tavırdan, konuşmasındaki ahenkten, hâlâ dik durmaya çalışıp bir o kadar yaralarını saklamayacak kadar insan oluşundan, gerektiğinde gözlerinin dolmasından, kendini titizlikte ve özenle sunmasından…
Mı?

Size benzeyeni mi seçersiniz, benzemeyeni mi?
Size benzeyeni mi seversiniz, benzemeyeni mi?
Size benzeyenden mi korkarsınız, benzemeyenden mi?

Yoksa her şeyi toplar mısınız bir kenarda, sonunda bir seçim yapamayacak kadar kafanızı karıştıracak bilgiyi depolar mısınız bilinçaltınızın değerli sahillerinde?
Ve sonunda asılı mı kalırsınız en olmayacak yerde?
Bir seçim bile yapamayacak, bir yöne gitmekten korkacak kadar veri mi toplanır ellerinizde?
Çığ gibi yuvarlanmaya mı bırakırsınız kendinizi?
Çarpa çarpa parçalanmaya mı, hayatınıza değenleri de ekleyip büyüye büyüye akmaya mı?


Yoksa benim gibi “İç paket dış paketi, dış paket iç paketi açar” mı dersiniz yoksa? (1)

Her şeyi, her şeyi… hissederek, hesaba katarak, his yordamıyla, göz yordamıyla, yaşayarak, sorarak mı tanırsınız…

Nerden tanımaya başlarsınız bir insanı?
Nasıl anlarsınız, içinde yatanları nasıl dökersiniz ortaya?

Hangi ucundan tutup ruhunu kendinizinkiyle ölçersiniz boyunu?


Sahi, siz bir insanı nasıl tanırsınız?



Çok acıttı düşündüklerim içimi.
Hissettiklerim, istemeyerek algıladıklarım…

Çok acıttı anladıklarım içimi…
Atıp hislerimi kurtuldum hepsinden.






PS. Bir süre önce “Dreamer” kod adlı (biliyorsunuz yazılarda yakın çevremin isimlerini kullanmıyorum) çocukluk arkadaşım sayesinde yolumun kesiştiği Sevgili Dilek, “duymam gereken” bir sürü şey anlattı bana, beni hiç tanımadığı halde. “Sen bir insanı 15 dakikada hayatını çözecek kadar tanıyorsunuz, onunla ilgili en önemli şeyleri anlıyorsun, en ufak detaylar senin için çok önemli. Senin bilinçdışı çalışan antenlerin var” demişti. Bu yazı onunla yaptığım konuşmanın bu bölümünden harekete geçti.




ORTAYA ORTADAN KARIŞIK

* Kelime dizimi, Bıçak Sırtı ve Sartre
Kanal D’nin Pazartesi akşamları yayınlanan iddialı dizisinin en son yayın günündeki kolajını kayıttan izliyordum. Kayıttan izlemenin güzel tarafı, istediğim şekilde not alabilmem, inceleme şansımın olması.
Nisan’la Ali’nin arasındaki sohbette ünlü Fransız varoluşçu Jean-Paul Sartre’ın bir sözü mevzu bahis oluyor. Nisan karakteri “Satr” diye telaffuz ediyor düşünürün adını, Ali ise “L’enfer c’est l’autrui” (Cehennem başkalarıdır) sözünü, “Başkaları cehennemdir” diye yorumluyor (!). Hata tabii ki metin-şörlerde (telifimi isterim :) )!!!
Bir kelime sıralaması değişikliği ne kadar çok şaşırtabiliyor anlamı.
Başkaları cehennemdir dediğimizde, dış dünyanın her şartta cehennem olduğu kanısına varıyoruz, emin olarak.
Oysa orijinal söylemi yorumlasak, cehennem varsa ancak başkaları sebep olur deniyor. Kişinin kendi dünyası cehennem değildir. Cehennem, başkalarıdır.
Çünkü kişi kendine ancak gül bahçesi eker. :)
Sizin cehenneminizi başkalarının kalıpları, sizi yontmaları şekillendirir. Sizin cehenneminizi, kendiniz olmanıza izin vermeyen başkaları var eder. Bir de kendinizi onların gözünden görmeniz.
Siz kendinizden kaçtıkça, etrafınızdaki kalıpların, yontma taş blokların içine sığdıkça, kendiniz olmaya cesaret edemedikçe, cehennem ateşine yaklaşırsınız.
Sizin cehenneminizi var eden başkaları için siz de cehennem olabilirsiniz pek âlâ.

Bu kötümser aforizma, aslında başkalarını kendi özgürlüğüne tehdit olarak gören, “bir” olamayan bireylerin hikâyesi. Siz sebep olur ve izin verirsiniz, “başkalarının” sizin cehenneminiz olmasına.

Daha fazla söze gerek yok, Sartre şöyle açıklamış kendi aforizmasını, Huis Clos adlı kitabında…
“Bunu söylerken, bizim ötekilerle olan ilişkilerimizin hep zehirlenmiş, yasaklanmış ilişkiler olduğunu söylediğimi sandılar. Oysa bambaşka bir şeydi söylemek istediğim. Eğer ötekiyle olan ilişkilerimiz kısıtlayıcı, kusurluysa, o zaman öteki cehennem olabilir. Niçin, çünkü kendimizle ilgili en önemli olan şey, kendimizi tanımamızdır. Kendimle ilgili ne söylersem söyleyeyim, hep ötekinin yargısı ile karışır, ne hissedersem edeyim, ötekinin yargısı vardır. Eğer ilişkilerim kötüyse, tümden ötekinin egemenliği altında kalırım ve o zaman gerçekten cehennemdeyimdir. Dünyada cehennemi yaşayan birçok insan var, çünkü fazlasıyla başkalarına bağımlılar. Başkalarıyla ilişkilerimiz olmaması gerektiği anlamına gelmez bu. Sadece başkalarının bizim için ne denli önemli olduğunu gösterir"

* Sabah “bayan” :) programlar(ın)dan…
- Ece Erken, sabah sabah yaptığı bir yemek programında, çocuk mevzusu açılınca, “Allah vermeyenlere de versin” dedi.
Duyar duymaz gülmeye başladım, uykum açıldı…

- Hilal Cebeci, ağzına kadar mikrofon sokan bir magazin muhabirine, Tarkan’ın son albümü Metamorfoz’la ilgili nadide bilgilerini sıralıyordu ki, muhabir, albümün adı neydi gibi bir geçiş yaptı. Hilal abla albümün adını bilmiyordu, daha da acıklı, adını duyduğu zaman “O ne demek yahu?” diye patlayıverdi. Valla kendisine kızamıyorum. Bütün suç, şarkı sözlerinin içine bilmem kaç tane atasözü ve deyim yerleştirerek, dilimizi savunur bir eda içine giren Tarkan’ın aynı hassasiyeti albüm adında göstermeyip, Türkçe karşılığı olmasına rağmen, yabancı bir kelimeyi kendisine kapak yapmasında…

* Haftanın Blogu
Hatice Özdemir Tülün tarafından hazırlanan Portakal Ağacı, harika yemek tarifleri ve fotoğrafları, samimi diliyle blog tarihimizin ilklerinden… Mutfakla ilgisi olmayanların bile aklını çelebilecek bir site. Kesinlikle gözdelerimden…
portakalagaci.com

TDK Dersleri

* Türkçe Sözlük’ten
Kota (isim, ekonomi Fransızca quota): 1. Bir ülkede ithal edilecek malların çeşitlerini, oranlarını veya miktarlarını gösteren liste. 2. Bir ülkede ithal edilecek mallar için getirilen sınırlama. 3. Kuruluşlarda veya derneklerde bir gruba tanınan kontenjan sayısı. 4. sinema Bazı ülkelerde, sinemalarda belirli bir süre oynatılması zorunlu olan yerli film sayısının yabancı filmlere oranı.

* Yabancı Kelimelere Karşılıklar
Agnostik: Fransızca agnostik (agnostique) sözü felsefede "Tanrı'nın ve evrenin nereden türediğinin bilinmediğini ve bilinemeyeceğini ileri süren öğretiyi benimseyen (kimse)." anlamında kullanılmaktadır. Sözün bu kullanımı için Kurumumuzca bilinemezci karşılığı önerilmektedir.

İzler
1- “Sofi’nin Dünyası”nın yazarı Jostein Gaarder’ın bir önceki kitabı “İskambil Kâğıtlarının Esrarı” bir çocuk kitabı gibi görünmesine rağmen insanın kendine ve dünyaya bakışını sorgular. Bu kitaptan benim çok sevdiğim bir alıntıdır bu söz…


selcencosmoz@gmail.com

Hiç yorum yok: