24 Ocak 2008 Perşembe

44- Yarım ağızla yaşamak

Yazım hataları…
Gitgide çoğalıyor, hele de internet sardıkça hayatımızın her bir yanını.
Okudukça facebook profillerini, blog sayfalarını, forum incilerini, aceleye yazılmış e-postaları gözlerim yuvalarından fırlıyor.
Hele hele şu gönül alan sözler yok mu?
CANIM, TEŞEKKURLER, SENİ SEVİYORUM gibi…
Hepsi birer kısaltmadan ibaret artık.
CNM, TSKLER, SS…
Kimse kimseye ağız dolusu teşekkür etmiyor, gönül dolusu canım demiyor. Sevdiğini söylemiyor içinden taşarcasına.
Gel de inan bu güzel sözlere ondan sonra.
Gel de büyülen, gel de etkilen.
Yarım ağızla söylenen hiçbir söz insana dokunmuyor.
Ne iyisi, ne kötüsü…

Benim için doğru imla, maalesef hâlâ büyük bir kriter. Bir insanı değerlendirirken, üstüne fiyonklar bağlamamı sağlıyor doğru imla.
Bu özen… Hem karşındakine, hem kendine gösterilen, etkiliyor beni.
Kendini doğru ifade etmenin ilk adımı.

Kısaltmaların yanına bir de yanlış imla eklenmiş.
Herkes olmuş “herkez”, hırsız “hırkız”, yalnız “yanlız”, eğlenmek “eylenmek”, takdir “taktir”…

Daha neler neler…

Her şey kısaltılmış, minik paketler halinde cebe girmiş.
İi (iyi) diyorlar, KİB (kendine iyi bak) diyorlar, asl (age-sex-location) diyorlar, taam (tamam) diyorlar, ki’ler bitişik, mi’ler bitişik, de’ler bitişik…
Hayatları birbirlerine bitişik.
Bir nevi parazit ve yarım ağızlı bir hayat.
Ne hakkıyla sevebiliyorlar, ne adam gibi takdir edebiliyorlar.
Sevemedim ben bu yeni dili, bu dili kullanan yeni nesil gençliği de.
Ben hâlâ Türk filmi kuşaklarında kayboldum sanırım.

Ne güzel takılırlardı birbirlerine…
“Lafa fatura kesselerdi tekmil bankalar senin hesabına çalışırdı (Ayhan Işık)

Nasıl bir özgüvendi…
“Bana ilişen gözde arpacık çıkar yahu”
“Hücum edilmez vücudumda ölmez bir ruhum vardır!” (Ayhan Işık)

Nasıl bir aşkla reddedişti…
“- Git burdan, sil beni artık aklından!
- Kess! Benim aklım yapboz tahtası degil!”

Ne hayat dersleriydi…
"Kadınların gözyaşları ancak tecrübesiz erkeklere söker" (Ediz Hun-Sen bir meleksin)

Nasıl bir melankoliydi…
“Ört beni, yıldızlar görmesin” (Bir Türkan Şoray filmi)


Yazım hataları beni deli ediyor.
İmla hataları da…
Her şey kısaltılmış, küçültmüş, minik minik paketlenmiş, draje haline getirilmiş.
Kimse kimseye ağız dolusu teşekkür etmiyor, gönül dolusu canım demiyor. Sevdiğini söylemiyor içinden taşarcasına.
Gel de inan bu güzel sözlere ondan sonra.
Gel de büyülen, gel de etkilen.
Yarım ağızla söylenen hiçbir söz insana dokunmuyor.
Ne iyisi, ne kötüsü…

Sevemedim ben bu yeni dili, bu dili kullanan yeni nesil gençliği de…
Şimdi herkes yarım yamalak konuşuyor, yazıyor. Yarım yamalak yaşıyor.
Şimdi herkes yarım yamalak…



ORTAYA ORTADAN KARIŞIK

* Bir Türk Gencinin Ata’ya Hitabesi…

“Sevgili Atam,
Sana bu hitabeyi 33 yaşına girmiş, gelecek güzel günlerden çoktan umut kesmiş, temel eğitimini tamamlamış ve ancak şimdilerde seni tanıyabilmeye başlayan, Türk istikbalinin evlatlarından biri olarak yazıyorum.
Seni ilk gördüğüm günü dün gibi hatırlarım. İlkokul birdim. Miniciktim. Elimde beslenme çantam, önlüğümün cebinde annemin sevgisi, sınıfımda bilim öğrenecektim. Karatahtanın dört parmak üzerine ortalanmış çerçevenin içinden bana bakıyordun. Bakışların keskindi. ABC'den sonra ilk öğrendiğimdin; Mustafa Kemal'din. Çocuktum...
Bana, bize, tüm dünya çocuklarına bayram armağan etmiştin. Armağanını, uygun adım sol-sağ-sol, sol-sağ-sol kutladık...
Kaçımızın ayağı su toplamıştı, kaçımız bayılmıştık...
Biz bayramlarda ağlayan çocuklardık.
(Ne zaman salıncakta sallanan fotoğrafını görsem, geçen 23 Nisan'lara yanarım.)
Ortaokul ve lisede hep seni anlattılar bana... Dünyaya ancak yüz yılda bir gelen dahiydin... Şahin bakışların vardı, hürriyete âşıktın... En azılı düşmanlarına karşı bile merhametliydin ama savaş meydanlarında karşında kimse duramazdı. Aslandın, kaplandın, kartaldın, panterdin... Özgür geleceklere açılan pencereydin. Sözün özü benim Sevgili Atam; kodumu oturtan milli eğiticiler böyle anlatmışlardı. Beni milli bir şekilde eğitenler, Failatün, failatün, failatün,failün ölçü sistemini, Niagara Şelalesi'nin yükseklik ve debisini, Yes, it is a pencil demesini, Deli İbrahim'in küpesini, bir bir kafama yerleştirdiler de, bana senin insan yönünü anlatmadılar.
Sigara tiryakisi olduğunu, rakı içtiğini, âşık olduğunu, evlendiğini, boşandığını, kim bilir kaç geceler savaş meydanlarında cesetlere bakıp, için için ağladığını, özlemlerini, hasretlerini, geleceği kazanmaya dair fikirlerini anlatmadılar. Bana, bize, tüm dünya gençlerine bayram armağan etmiştin. Armağanını, uygun adım sol-sağ-sol, sol-sağ-sol kutladık... Kaçımızın ayağı su toplamıştı. Kaçımız kıçına yediği sopa yüzünden altına işemiştik. Biz bayramlarda bunalan gençlerdik. (Ne zaman baloda smokinli fotoğrafını görsem, 19 Mayıs'lara yanarım.)
Bir yandan, heykellerini diktik, dağa-taşa siluetlerini çizdik, her kitaba, her yazıya mutlaka senden alıntılar yerleştirdik.
Bir yandan, her işin kolayına kaçtık, ticarette kazık attık, üretim yerine kopyaladık, bilim adamlarını sindirdik, aydınları yargıladık, yoktan yere nice vatan hainleri ürettik, çoktan yere nice amaçsız gençler yetiştirdik. Zeki, çevik ve aynı zamanda düzenciydik.
Eğitimi siyasete kurban verdik, ekonomiyi siyasete kurban verdik, aydınlık olması gereken gelecekleri siyasete kurban verdik. Varlığımız siyasi emellere armağan oldu...
Benim biricik Atam, biz Demokles'in kılıcını sapından değil, keskin yanından tutmayı marifet bildik. Senin ruhunu gıdım gıdım içtik, tükettik... Tükettik... Tükettik...
Dedemden babama, babamdan bana politikacı tabiriyle 'enkaz devralmış' bulunmaktayız. Bu gidişle biz, çocuklarımıza devredecek enkaz bile bulamayacağız...
Türk'tük, doğruyduk, çalışkanlığımız şüpheli.
Birinci vazifemiz, Türk istiklalini ve Türk Cumhuriyeti'ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek, ülkümüz yükselmek, ileri gitmekti...
Uzun bir yoldu... Yorucu ve yıpratıcıydı... Adidas'larımız eskidi, McDonalds'ta mola verdik. Belki de 'Bir Türk dünyaya bedeldir' deyişini biz 'Her Türk dünyaya bedeldir' anladığımız için emanetini, 1 milyon beş yükseksen bin kat küçültmeyi becerdik... Verdiğin en önemli görev: Bu ahval ve şeriat içinde dahi vazifem Türk istiklalini ve cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir, bilirim. Muhtaç olduğum kudretin, sana güvenimde mevcut olduğunu belirtir, ellerinden hasretle öperim...”

Ünlü sosyalleşme ormanı facebook’ta dolaşan bu metni sadece imlasını düzelterek olduğu gibi huzurlarınıza çıkardım.
Metnin altında ise benim haftalarca önce yer verdiğim bir fıkra yer alıyor. Tabii çok masum bir versiyonu.
Ben tekrar “Uykusuz Çankaya Geceleri” adlı yazımda verdiğim şekliyle aynen yayınlıyorum.
Keşke gerçek olsaydı diyeceğimiz şekliyle yani…

Son günlerde milletçe Atatürk'ü daha çok düşünür olduk, umarım daha iyi de anlar oluruz. Ağızdan ağza yayılan, belki bazılarına da "ah, keşke Atatürk yaşasaydı" dedirten bir hikâyeyi (fıkra demeye dilim varmadı) biraz yumuşatarak – eh biraz da gerekli dozda süsleyerek- yazıyorum. Mesaj çok açık, yoruma mahal yok…
"Bir varmış, bir yokmuş. Develer tellal iken, pireler berber iken, Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçilmiş. Seçilir seçilmez de, aklı fikri Atatürk'te olduğu için, pek sayın arkadaşı Bülent Arınç'ı da yanına alarak o gece Anıtkabir’e gitmiş. Tek isteği, Atatürk'ü orda yatar bulmak ve huzurlu bir gece uykusu uyumakmış.
Lahtin kapağını açınca, bir de ne görsün, Atatürk'ün lahti bomboş. Hikâye bu ya! "Herhalde biraz gezinmeye gitmiştir" diye düşünüp, içlerini ferahlatıp yataklarına dönmüşler ama gördüklerini de kimseye anlatmamışlar sayın Erdoğan'la sayın Arınç. İçlerini bir kurt kemirmeye başlamış "Ya Atatürk, bizim peşimize düşerse diye"... Birkaç huzursuz ve uykusuz geceden sonra, kalkıp tekrar gitmişler Anıtkabire, "Herhalde artık dönmüştür" umutlarıyla dopdolu.
Lahit kapağını açtıklarında buldukları el yazması bir pusula olmuş:
"Mücadeleye başlamak üzere, Samsun'a müteveccihen hareket ediyorum. Oradan da Amasya'ya geçeceğim..."
Açık olan şu ki: Bu milletin bir Kurtuluş Savaşı’na daha ihtiyacı var.

* Türk Futbolu’nun Atatürk’ü
Pakize Suda, 23 Aralık Pazar günü köşesinde yazmış:
“Atatürk’ün Galatasaraylı, Fenerbahçeli ve Beşiktaşlı olduğu iddialarından sonra şimdi de Trabzonsporlu olduğu iddia edilmiş. Anlaşılan o ki Atatürk aynı zamanda iyi bir ‘siyasetçi’ymiş.”

* Üstün zekâlılar aranıyor!
Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu'nun (TÜBİTAK) desteğiyle Anadolu Üniversitesi Üstün Zekâlıların Eğitimi Ana Bilim Dalı tarafından kurulan Üstün Yetenekliler Eğitim Programına (ÜYEP) 96 öğrenci alınacak.
AÜ Eğitim Fakültesi Dekan Yardımcısı ve Üstün Zekâlıların Eğitimi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Uğur Sak: “ABD'de, İngiltere'de, Avrupa ülkelerinde, Güney Kore'de bu tür programların örneklerini görüyoruz. ABD'nin her eyaletinde bu eğitim programlarından mevcut. Üstün zekalıların eğitimi konusunda 7-8 yıldır çalışıyor ve araştırma yapıyorum. Bütün modern akımları biliyoruz. Uygulayacağımız program ABD'dekinin daha geliştirilmişi olacak.
6 ve 7. sınıfın önemi
Programın ilköğretim 6 ve 7. sınıf öğrencilerine yönelik hazırlanmasının nedeninin bu dönemin öğrencilerde bir üst seviyeye geçiş aşaması olarak görülmesi olduğunu anlatan Doç. Dr. Sak, üstün zekâlıların en fazla, düşük başarı göstermeye başladığı veya okulu bıraktığı dönemlerin 6 ve 7. sınıflar olduğunun bilimsel araştırmalarla saptandığını söylüyor.
“Bazı üstün zekâlı çocuklar üniversiteyi bile kazanamıyor. Aslında bu çocuğu, ilköğretimin ikinci kademesinde kaybetmiş oluyorsunuz, lisede de kurtaramıyorsunuz. Öğrenci, 6 ve 7. sınıfta yavaş yavaş kendisini tanımaya başlıyor. Öğrencilerin meslek seçimi ve sosyal, psikolojik adaptasyonları çok önemli. Çoğu üstün yetenekli ve zekâlı çocuklar, okullarda, ailelerinde sorunlar yaşayabiliyor. Sınıfında arkadaşı bile olmayabilir.”
Peki nasıl başvuruyoruz?
ÜYEP, haftasonu ve yaz programlarından, güz ve bahar akademik yarıyıllarından oluşuyor. Öğrencilere her gün 6 saat eğitim ve 1 saat rehberlik hizmeti verilecek.
“Temmuz ayında uygulanacak olan yaz programları 4 haftalık süreyi kapsayacak. Programda, fen bilimleri, matematik ve bilgisayar uygulamalarına ağırlık verilecek. Programa 64'ü burslu, 32'si ücretli, toplam 96 öğrenci alınacak. Programın aylık ücreti 2008 için aylık 100 YTL olarak belirlendi. Programa başvurular 25 Ocakta başlayacak, 6 Şubatta sona erecek. Başvurular AÜ Eğitim Fakültesi ÜYEP Ofisine yapılacak. 10 Şubatta AÜ Yunusemre Yerleşkesinde sınav yapılacak.
Öğrenciler, matematik ve fen bilimleri okul notlarının ortalaması, milli eğitim müdürlüklerinin her ilde açtıkları seviye belirleme sınav puanları ve AÜ'de yapılacak zeka testi sonuçları baz alınıp programa yerleştirilecek. Öğrencinin, programa kabul edilmesinde, dönem sonu notlarının ortalaması yüzde 10, seviye belirleme puanları yüzde 20, bizim yapacağımız zeka testinin sonucu da yüzde 70 olarak baz alınacak.

* Haftanın Blogu
Bu haftanın blogu, özellikle bayan blog okurlarının yakından tanıdığı Devletsah. Devletsah, özgün içeriği ve podcasting, vidcasting gibi yeni uygulamalarda (Türkçe siteler arasında) ilklere imza atmış olması nedeniyle dikkat çekiyor.
Göz atmak için…
www.devletsah.com

TDK Dersleri
* Türkçe Sözlük’ten
Irakgörür (isim, gök bilimi) Teleskop: Teleskop -bu isim, gök bilimi Fransızca telescope. Sonsuzdaki bir nesnenin gerçek görüntüsünü, içbükey bir aynadan yapılmış merceğinin odak düzleminde veren ve gök bilimiyle ilgili gözlemlerde kullanılan optik aygıt, gözlemci, ırakgörür: "Sanki teleskopla bakıyordum, o derece belirgin ve ışığı göz alan bir aydı bu."- R. H. Karay.

* Yabancı Kelimelere Karşılıklar
Oryantiring: İngilizce oryantiring (orienteering) sözü "Her türlü arazide harita ve pusula yardımıyla katılımcıların denetim noktalarını bulmaya çalıştıkları bir doğa sporu." anlamındadır. Bu söz yerine kullanılmak üzere yönbul karşılığı önerilmektedir.

1 yorum:

Ayhan Sarı dedi ki...

Yazınızda paylaştığınız gibi Ayhan Işık'ın; "hücum edilmez vücudumda ölmez bir ruhum vardır!" repliğine bayılıyorum biliyor musunuz bende onun vefatından onra dünyaya geldiğim için ailem onun sevgisiyle banada ayhan ismi vermişler =)
Replik şöyledir
"hasımları ayhan ışık'ın yemeğine zehir katarlar. ayhan ışık olayı çakozlar, çaktırmadan yemeği döküp yemiş gibi yapar. aynı masada oturan hasımlar beklerler, bir şey olmaz, bekledikçe gözleri büyür, şaşkınlıkla baka kalırlar. ayhan ışık bıyık altından güler ve şöyle der:
- hücum edilmez vücudumda ölmez bir ruhum vardır!"
Selamlar
Ayhan Sarı