18 Ağustos 2008 Pazartesi

47- Doğum İzni

Bu hafta doğum izni alıyorum.
“Kutlu” doğum haftama girdik çünkü :) . Doğum günü şenliklerimizin ilki Ankara’da başlayacağından, yolculuğa çıkıyorum.
İstanbul ayağında ise, önümüzdeki hafta birkaç program olacak. Sözün özü, 29 Şubat’a kadar devam edecek şenliklerin ilk adımı için huzurlarınızdan ayrılıyorum.
Ve sizi, geçen yılki doğum günü yazımın bir bölümüyle baş başa bırakıyorum…
Ben de doğmaya gidiyorum…

“Yoluma çıkanlara, teğet geçenlere, gel-git’lerimin ortasında kalanlara, havaalanında, gece yürüyüşlerimde, kasa sırasında, bekleme odasında, hastane koridorunda, gündelik bir sürü yerde hayatıma değenlere, hikâyelerimin satırlarına sızanlara, karelerimin ortasına çıkanlara, vizörüme girenlere, elime, karnıma dokunanlara, yalnız kalma kaprislerimde saçımı okşayanlara, kapıma “gam merkezi” tabelası astığımda kalbini bana dökenlere, beni hafifletenlere, yolumu kesenlere, beni kazananlara, kaybedenlere, kazandıklarıma, kaybettiklerime, paylaşanlara, bölüşenlere, birlikte nefes alanlara… Gözümün değdiği, gözü bana değen herkese, her şeye...
Teşekkürler…

Büyüyeceğim.
Söz… Büyüyeceğim.
Ama daha çok vakit var.
Zorlamayın beni.
Şimdilik sadece yeni bir yaş daha alıyorum. Biraz daha derinleşiyorum içime doğru. Bir bonzai gibi güdük kalmayışım bundan.
“Işık arayışın seni kör mü etti?” diye soran Quasimodo’ya, “Hayatımı boşa geçirdiğimi ispatladı” diyen Kardinal olmayacağım ben.
Ben (satır başı :) ), ben biliyorum ışığın içimde olduğunu, başka yerde aramıyorum.
Ben biliyorum, ümidin ışığını, sevginin onarıcılığını, aşkın sarılışını, inancın yenileyiciliğini…
O yüzden en çok kendimi özlüyorum. En çok kendime dönüyorum. Yüzümü, kalbimi, gölgemi kendime çeviriyorum.
En çok kendimden özür diliyorum çünkü en çok kendi hakkımı yiyorum. Yaldızlı egoların yanında, ışıklanmamaya çalışıyorum. Korkmasınlar diye ama ben kendimi korkutuyorum. Hayat beni korkutuyor.
Ben en çok kendimi…
Ama bazen her şeye ve herkese rağmen, kendimden başkalarını özlüyorum ben de. Kişisel kalibremin ağırlığı onlar olmasa da. “Gölgesi düştü üzerime. Benim koskoca (!) hayatımın üzerine onun küçücük gölgesi düştü. Hayatının gölgesi bile değil. Kendi aldatıcı gölgesi… düştü… üzerime… Kapalıydı hayatının kapısı. Ne kadar azdı her şey ama kalan ne kadar çok. Ne kadar çok. Ne kadar az şey var paylaşılan ama ne kadar çok özlenebiliyor” (1)…
Zaman sebepleri siliyor herhalde. Şu anda tek bildiğim kendim hariç, tüm sevdiklerimden ayrı olduğum.
Ama büyüyeceğim işte, yoklukta, toklukta… Güneşte, gölgede.
“Biz büyüdükçe acı azalıyor sanki. Ama sonra bir gün ansızın gözlerde, saçlarda, yüz çizgilerinde, ellerde derin, hiç silinmeyecek izlerle beliriveriyor. Çoğu kez de görünmüyor, içimizdeki boşluklara yayılıyor – bir yürek sıkıntısı- bu, gizleri çözülmemiş haritanın hiç adlandırılmamış ülkelerine yerleşiyor. Mutluluksa iz bırakmayacak kadar kısa ve çabuk geçiyor”. (2)
Büyüyeceğim ama izlenmesin hiçbir yerim. Ben saklarım onları boşluklarımda.
Acı azalsın diye büyüyeceğim. Bu yürek sıkıntısı geçsin diye büyüyeceğim. Yukarıdaki sözlerin yazarını yalancı çıkartmak için büyüyeceğim.
Çünkü her yaş aldığımda içime doğru büyüyorum.
Hataları da seviyorum artık, hatalarıyla seviyorum.
Saklanmamak için büyüyeceğim. İnsan ne kadar çok âşık olursa, çok yani, fazla… derin… O kadar çok saklanmak zorunda kalıyor.
Ben çoook âşık olmak ve hiç saklanmamak için büyüyeceğim.
Yoksa siz yaşlanıyor musunuz? Yoksa siz olgunlaşıyor musunuz? Yoksa siz mantıklı mı davranıyorsunuz? Yoksa yıllar sizi silip süpürüyor mu?
Yazık etmeyin kendinize. Doğuruverin her yıl yeni bir sen, yeni bir sen daha…
İçine derinleşiyor mağaram, dışarıya soğukluk vurması bundan.
Yeni yaşımda daha korkusuz olacağım, siz de korkmayın, gelin kalbime, üşütmem sizi…



Ayrıca… Doğum gününüz kutlu olsun!
Burçin, Selda, Bihter, Meda, Alevya, Dodistilo, Soner, MGS’nin babası, Abdullah, Giovanna, Rüstem...




selcencosmoz@gmail.com



İzler
1- Bir dergide yayınlanan bir yazımdan alıntı.
2- Kürşat Başar, Konuştuğumuz Gibi Uzaklara

Hiç yorum yok: